ağustos ayında şampiyonlar ligi gruplarının kuraları çekildiğinde ve liverpool, galatasaray ile aynı gruba düştüğünde takımımı tekrar istanbul'da izleyecek olmanın heyecanını duymaya başlamıştım bile...
-okcan basat
25 mayıs 2005 tarihinde dünyanın gördüğü en unutulmaz finale ev sahipliği yapan güzeller güzeli şehrin bir kez daha liverpool'a ev sahipliği yapacak olması büyük bir şanstı. galatasaray'ın maçlarını ali sami yen'de değil de atatürk olimpiyat stadı'nda oynayacağının açıklanması, belki galatasaray taraftarlarını üzmüştü ancak liverpool taraftarı olan herkes için bu maçı çok daha anlamlı hale getiren bir karar olmuştu.
liverpool taraftarı olmanın en önemli özelliklerinden biri de önemli finallerin kazanıldığı şehirlere karşı duyulan sevgidir. istanbul'dan önce oynanan ve kazanılan dört şampiyon kulüpler kupası finalinin oynandığı şehirler her zaman liverpool taraftarının hafızasında yer etmiştir ve herkes tarafından o maçlar en ince detayına kadar hatırlanır. roma, wembley (londra değil), paris ve tekrar roma'dan sonra istanbul ile de liverpool taraftarlarının arasında hiç kopmayacak sağlam bir bağ oluşmuştur ve bu bağ tribündeki birçok pankartta da vurgulanır. tüm bu şehirlerin dışında istanbul'un çok ayrı bir önemi olduğu belirgindir.
1970'lerin ortalarından itibaren 1985'te yaşanan heysel stadı'nda juventus ile oynanacak olan final maçı öncesinde yaşanan trajediye kadar geçen yaklaşık 10 yıllık süreçte avrupa'nın en iyi takımı olan liverpool, çıktığı her maçın favorisiydi. o dönemlerde avrupa finali oynamak rutin bir maç olarak görülmeye başlanmıştı ve heysel'e kadar liverpool oynadığı bütün şampiyon kulüpler kupası finallerini kazanmıştı. heysel faciası sonrası ingiliz takımlarının avrupa kupalarından ihracı ve 1990'lardan itibaren liverpool'un gerileme dönemine girmesi sonrasında uyuyan devin uyanması ve tekrar avrupa'nın saygın takımları arasında yerini alması için istanbul bir dönüm noktasıydı. belki de tarihinde ilk kez çıktığı bir finalde liverpool favori değildi. ancak kazanılan büyük başarıdan sonra kulübün kaderinin yeniden değiştiği yer olan istanbul, herkes için gelecekle ilgili ümitlerin yeniden yeşerdiği yerdi ve kulüp tarihinin önemli bir dönüm noktasıydı. ingiltere'de televizyonda yayınlanan "one night in may" belgeselinde de vurgulandığı gibi, bir kulübün tarihinde kendi evi hariç bu kadar önemli olan bir başka şehir yoktur. bütün bunlar istanbul'un liverpool taraftarlarının kalbinde neden özel bir yere sahip olduğunun göstergesidir.
tarihin gördüğü en müthiş final olan 2005 finalinin havasını yeniden yaşamak için maç günü taksim'deki ırish pub'a giderek eski arkadaşlardan gelen olup olmadığını kontrol ediyorum. 25 mayıs'taki finalden sonra kutlamalar sırasında aidan'ın hediye ettiği forma hala eski yerinde asılı duruyor. içeride o günkü kadar coşkulu olmasa da tarafarların sohbetine katılıp hep beraber şarkılara eşlik ediyoruz. "fields of anfield road" ve "we won it five times" hem geçmişte yaşanan zaferlerin hem de gelecek için yaşatılan umutlann simgesi olarak söyleniyor. dönüp dolaşıp konu eski anılara geldiğinde ilk olarak daha önce olimpiyat stadı'na giderken yaşanan ilginç olayları herkes birbirine anlatıyor. bunların içinde en ilgi çekici olanı liverpool'un efsane oyuncularından (ve beşiktaş'ın eski teknik direktörlerinden) john toshack'ın yaşadıkları. anlatıldığına göre toshack stada gitmek için taksiye biniyor, taksi şoförüne nereye gideceğini söylüyor. taksi şoförü yüzüne dikkatle baktıktan sonra toshack'ı tanıyıp stat yolundan ayrılıyor, oturduğu mahalledeki kahvehaneye arabayı götürüp kahvehanede oturan arkadaşlarını, "bakın arabada kim var?" diyerek çağırıyor. bütün herkes toshack'ı tanıyıp sevgi gösterisinde bulunduktan ve toplu fotoğraf çekiminden sonra tekrar stada gidiliyor. bu enteresan hikâyeden sonra bir başka liverpool taraftarı da formula 1 dünya şampiyonu fernando alonso'nun maça geldiğini ancak bindiği taksinin trafikte kalması nedeniyle ancak maçın devre arasına yetişebildiğim anlatınca herkesin aklı yine olimpiyat stadı'na ulaşım sorununa gidiyor. eğlence kısa kesilerek bir an evvel stada gitme kararı alındığında öncelikle yolluk olarak istanbul ile özdeşleşen yerel biralar alınıp taksim meydanı'ndan stada gidecek otobüslere hücum başlıyor. neyse ki önceden yapılan uyarılar ve ingiliz taraftarlara tahsis edilen belediye otobüsleri sayesinde yaklaşık 70 dakikada taksim'den stada ulaşmayı başarıyoruz.
liverpool tarafından satılan biletler kulübün politikası gereği öncelikle kombine bilet sahiplerine satıldığından liverpool tribününe bilet alamadığını için elimdeki doğu tribünü biletiyle yerime yerleşiyorum. daha önce bu durumda kalan arkadaşlarımdan öğrendiğim taktik gereği hemen saha kenarına inerek güvenlik görevlisine istanbul'da yaşayan liverpool taraftan olduğumu, dolayısıyla maça girebilmek için mecburen galatasaray taralından bilet aldığımı anlatıyorum. her ne kadar kurallara aykırı da olsa bir istisna yaratılıp liverpool tarafına geçmek için izin istiyorum. önce sertçe reddedilen önerim daha sonra karşılaşılabilecek potansiyel sorunlar anlatıldığında görevli tarafından makul karşılanarak güvenlik şefine durum bildiriliyor. onun da onayıyla yer değiştirme işlemi başarıyla tamamlanıyor ve liverpool tribününde yerimi alıyorum. maç öncesinde tribünlerdeki seyircilerin çoğu bir kutsal mekâna gelmişçesine saygı ve sessizlik içinde. muhtemelen yaklaşan noel ve gruptaki takımlarının yerinin de belli olması nedeniyle ingiltere'den gelen liverpool taraftarının sayısı beklenenin altında kalmış. biz türkiye'de yaşayanlarla beraber çevre ülkelerden (yunanistan ve bulgaristan gibi) gelen az sayıda taraftar, ayrılan kapasitenin ancak yüzde 60'ını dolduruyoruz. 2005'te finale gelen tüm taraftarlar birbirlerine daha önce nerede oturduğunu gösterip hatıra fotoğrafları çektiriyor. birçok taraftar getirdikleri pankartları açmaya başlıyor. bunların içinde istanbul'a olan sevgilerini gösteren ve ay yıldız içeren, "there are places ı remember all my life" (hayatım boyunca hatırlayacağım yerler vardır) ilk olarak dikkati çeken. daha sonra chelsea'yi hedef alan "money can't buy these pride, passion and pedigree. the reds are born with it" (parayla gurur, tutku ve soyağacı satın alınamaz. kızıllar bunlarla doğmuştur) iki rakip arasındaki rekabetin hiçbir zaman kaybolmayacağını kanıtlarcasına asılı. ingiltere'den gelen haberler takımın yıldız oyuncularının bazılarının istanbul'a getirilmeyeceği yönündeydi. hepimizin beklediği 2005 te şampiyonluk kupasını kaldıran kaptan steven gerrard'ın tekrar takımın kaptanı olarak sahaya çıkmasıydı. bir başka beklenti de kurtardığı penaltılarla ve maçın 117. dakikasında "tanrı'nın elleriyle'' andriy shevchenko'nun şutunu çıkararak maça damgasını vuran jerzy dudek'in kaledeki yerini almasıydı. her ne kadar gerrard'ın gelmediği görüldüğünde tüm taraftarların kalbinde burukluk oluşsa da dudek'i kalede görecek olmak herkes için ayrı bir sevinç kaynağı oldu. dudek maçtan önce gazetecilerin sorularına yanıt verirken, "sahaya çıktığımda ilk olarak penaltı noktasını ve kale çizgisini öpeceğim" deyince ısınmak için takımın sahaya çıkışını beklemek de farklı bir heyecanı beraberinde getirdi.
takımdan hemen önce dudek ısınmak için salıaya çıktığında tribünlerden alkışlar yükselmeye başladı. ocak ayında takımdan ayrılacağı şeklinde yapılan dedikoduların ışığında hepimiz dudek'i belki de son kez liverpoorun kalesinde gördüğümüzün bilincindeydik. belki de bu sevgi seli liverpool'un efsanelerinden birine, efsane olduğu yerde verilebilecek en değerli, en içten hediyeydi. dudek de muhtemelen büyüyü bozmamak için verdiği demeçlerin aksine teatral gösterisini yapmadan ısınmaya konsantre oldu.
liverpool taraftarı için kulübün içinden gelen oyuncuların ayrı bir önemi vardır. bu oyuncular içinde tartışmasız en çok sevilenlerden biri de robbie fowler'dır. taraftarın dahi çocuğu fowler'ın 2001-02 sezonu ortasında leeds united'a transfer olduğu gün birçok taraftar için kulübün kara günlerinden biri olarak hatırlanır. 2005 finalini liverpool taraftarı kimliğiyle seyretmeye gelen ve taraftarlarla beraber oturarak geceye tanık olan robbie'nin sahaya ilk onbirde çıkacak olması herkesi heyecanlandırmıştı. taraftarın sevgilisi, attığı iki golle belki takımını yenilgiden kurtaramamıştı ancak istanbul ile ilgili güzel anılar arasında artık o da yerini almıştı. maçın kendisi hakkında söyleyecek bir şey bulmak imkânsız. maçın sonucunun her iki takım için de prestij haricinde bir anlamı olmadığından sonuç hiçbir liverpool taraftarının umurunda değildi. maçın sonucundan ziyade atmosferin önem kazanması taraftarların da oyuna olan ilgisini azaltmış olacak ki maç başlamadan önce söylenen "you'll never walk alone" ve "we won it five times" şarkılarından sonra maç içinde goller için olanlar hariç herhangi bir tezahürat yapılmadı. bir süre dikkatler sezon içinde fazla oynama şansı bulamayan oyuncuların üzerine yoğunlaşmış olsa da 2-1 geriye düştükten sonra oyuna olan ilgi tamamen kayboldu. birçok taraftarın oyuna sırtını dönerek hatıra fotoğrafı çektirdiği, maçla ilgisini tamamen kesip havadan sudan konuştuğu bir başka maçı hatırlamıyorum. herkesi için önemli olan, bir kez daha orada bulunmak ve son kez "you'll never walk alone"ı (asla yalnız yürümeyeceksin) söyleyerek kahramanlarının anısını yaşatmaktı. maç sonunda bir kez daha buraya geri dönmenin ne kadar güzel olacağını düşündüm. ne de olsa artık olimpiyat stadı kutsal bir yerdi, istanbul ise hayallerin ve umudun şehriydi.