yazılı olmayan bir kuraldır, en iyi takım dünya kupası'nı kazanamaz. brezilya'nın ispanya'da oynadığı 1982 dünya kupası'ndaki başarısızlığı hala bir felaket olarak görülüyor. rakipleri bile, brezilya'nın elenmesiyle yıkılmışlardı...
tüm büyük felaketler gibi bunun da büyüklüğü tek bir kelimeden olşuyor: sarria. üzerinden 24 yıl geçmiş olmasına rağmen brezilyalılar hâlâ bu konuda konuşmak istemiyorlar. ama siz hele bir sorun, hepsinin konuştuğunu görürsünüz. medyada bu konuyla ilgili yeni bir kitabın, televizyon programının, belgeselin, web sayfasının ve makalenin yayınlanmadığı bir sene henüz geçmedi. sorular hep aynıdır ve aynı oranda acımasızdır. nasıl oldu? kim suçlu? nerede yanlış yaptık? neden? neden? neden? dünya kupaları tarihindeki en uzun post-mortem barcelona'nın sarria stadı'nın soyunma odalarında, 1982'nin 5 temmuz akşamı saat . 19.00'ı biraz geçe başladı. brezilyalı futbolcuların birçoğu oturdukları yerde yüzlerini buruşturup, dağılmış bir şekilde ağlamaya başladılar diğerleriyse başlarını yukarı kaldırıp tavana bakarak sanki yukandakinden bir açıklama bekler gibiydiler. brezilya teknik direktörü tele santana, oyuncularına tek tek yaklaşarak teselli etti fakat o bile kendi içinde duyduğu büyük acıyı bastıramamıştı. "yüzündeki ifade hepimizin hissettiği acının bir yansımasıydı" diyor brezilya'nın kaptanı ve orta alandaki uzun bacaklı dahi futbolcusu socrates. "sinirleri alınmış gibiydi. tüm hayal kırıklığına rağmen sakin görünüyordu. bence gösterdiğimiz performanstan dolayı rahattı. fakat bu bile onun acı çekmesini engellemedi."
bir başkasının acısını takdir etmek her zaman kolay değildir ancak o gün, brezilya'nın italya'ya 3-2 yenildiği maça tanıklık etmiş herkes santana ve oyuncularının kupayı kazanacaklarını biliyordu. biliyorduk çünkü biz de aynı şeyleri hissetmiştik. brezilya'nın mağlubiyeti uluslararası alanda bir şok etkisi yaptı. santana'nın takımı oynadıkları futbolla tüm dünyayı heyecanlandırmıştı. ispanya'yı, el çantalarında altın bir kupayla terk edememeleri inanılmaz ve kabul edilemez bir şeydi. kazanmak, onların kaderinde olmalıydı, onlara yakışacaktı.
dünya italya'nın zaferini seyrederken, soyunma odasında brezilya'nın sol beki junior, oyun kurucuları zico'ya döndü ve şöyle dedi: "şu an yatağıma gidip dört yıl boyunca uyumak ve sadece zaman bu adaletsizği geri götürdüğünde uyanmak istiyorum."
tele santana'nın rüya takımının yapılanma süreci iki yıl sürdü. şubat 1980'de takımı devraldığında santana, tüm brezilyalıların gurur duyacağı, içinde takım ruhu ve azmin olduğu aldatmanın ve sahtekârlığın olmadığı geleneksel brezilya futbol kültürünü yansıtan bir takım oluşturdu. dünya kupası'nda avrupalılarla mücadele etmek için oyuncularının doğal yeteneklerini kullanmaları gerektiğine inanıyordu... fakat daha hızlı bir tempoda. "oyunumuzun ritmini arttırmamız gerek" diye konuştu sao paulo'nun jornal da tarde'sine. "modern futbol, daha fazla koşmanızı ve hareket etmenizi gerektiriyor; bu nedenle biz de buna adapte olmak zorundayız."
santana, oyuncularını yaratıcılık ve spontane hareketler konusunda cesaretlendirmeye kararlı olsa da, futbolcularının formda kalmasının ve disiplinli olmalarının da önemli olduğunu düşünüyordu. bu özelliklerin yetenek gibi doğuştan gelen özellikler olmadığının da farkındaydı. bunun üzerine, antrenmanlarda tekrar tekrar yapılacak ve oyuncular tarafından, doğuştan gelen yetenekleri kadar doğallıkla kullanılana dek bıkmadan usanmadan yapılmaya devam edilecek ağır bir idman programı hazırladı. onların futbol becerilerinin ve yaratıcılıklarının hızlı bir tempoda da ortaya çıkabilmesi gerekiyordu ve böylece futbol sanatı (futebol-arte) doğdu.
"her gün idman yapıyoruz. takımın hız ve ritim kazanması için oyuncularımızın oyunu okumayı öğrenmeleri ve saha içindeki rollerini bilmeleri gerekiyor. hem hücumdayken, hem savunmadayken" diyordu santana.
felsefesini yerleştiren santana, daha sonra takımını oluşturmaya başladı. sakatlıklar ve düzenli olarak forma giyen sağ kanat oyuncusunun yokluğunda bu, tahmin ettiğinden daha uzun sürdü. ilk 10 maçında, ilk ll'i kurmakta zorlanan santana, iki maç üst üste aynı on birle maça başlayamadı. dünya kupası elemeleri başlarken takımı daha oturmuş bir görüntü sergilemeye başladı ve brezilya, venezuela ve bolivya'nın da bulunduğu üç takımlı grupta, tek puan bile kaybetmeden ispanya'ya gitmeye hak kazandı. bolivya ve venezuela grubun fazlalık takımları olmaktan öteye gidemediler. 1980'de brezilya'nın ilk tam zamanlı teknik direktörü olmayı kabul eden santana, federasyon patronlarıyla alışılmadık bir anlaşma yaptı. takımdaki tüm yetkinin kendisine verilmesi karşılığında komik bir ücret almayı kabul etti. bu, onun son 13 yılda aldığı en düşük ücretti. fakat aldığı başarılı sonuçların ardından takımını dünya kupasına götürmesi, yetkililerin anlaşılmasındaki rakamları fazlasıyla değiştirmesini sağladı. santana'nın yetkisi aynen kaldı ancak aldığı ücret yüzde 500 oranında arttırıldı.
dünya kupası'na bir yıl kala brezilya, ingiltere, almanya ve fransa'yla hazırlık maçları yapmak için avrupa'ya gitti. iki hafta süren bu seyahatte üç maçta üç galibiyet alıp evine donen brezilya; londra, paris ve münih'teki performansıyla sınıfı geçmişti. fransa'nın 3-1 mağlubiyetinden sonra teknik direktör michel hidalgo, "bize karşı oynadıkları gibi oynarlarsa brezilya dünya şampiyonu olur" dedi. münih'teki 2-1'lik mağlubiyetten sonra bild gazetesi, "dünya'nın en iyi onbiri" manşetini attı.
brezilya'nın ispanya'dald turnuvada açılış maçı rusya'ya karşıydı. bu maç muhtemelen ilk tur maçları arasında en çok beklenen maçtı. avrupa, rüya takımını ilk kez izleyeceği için adeta çıldırıyordu ancak brezilya onlara istedikleri şeyi, yani şovu sunamadı. rusya, maçın 34. dakikasında ilk kez brezilya milli takımıyla dünya kupası maçında yer alan kaleci waldir perez'in büyük hatasıyla sürpriz bir şekilde öne geçti. andrey bal'un zayıf vuruşunda topu kaçıran perez, brezilya'nın dünya kupası'na felaket bir biçimde başlamasına sebep oldu. bu gol, santana'nın takımını uyandırdı ve maçın 65. dakikasında 25 metreden durdurulması imkânsız bir şut çıkaran socrates skoru eşitledi. daha sonra, bitime sadece iki dakika kala, ceza sahası çevresinde falcao'ya doğru bir pas geliyordu: "topu kontrol edecektim fakat arkadan koşarak gelen eder'in bana bağırdığını duydum. topu ona bırakmamı istedi" diye açıkladı maçtan sonra falcao. o da buna uyarak topu yavaşça arkaya doğru bıraktı. eder sol ayağıyla topa vurdu. zaman azalırken ve tüm dünyanın gözleri ona ve takımına çevrilmişken, bunu yapabilmesi, böyle bir risk alması inanılmazdı. sıradanlığın mükemmelliği bu olmalıydı. bu golle brezilya'nın geri dönüşü tamamlanmıştı.
Brezilya, sonraki rakibi iskoçya karşısına çıktığında cezası biten toninho cerezo'nun da takıma katılmasıyla daha da güçlendi. onun gelişiyle orta sahadaki muhteşem dörtlü bir araya gelmiş oldu; socrates, zico, falcao ve cerezo. brezilyalılar bu dörtlüyü "sihirli dörtlü" diye adlandırıyordu. iskoçlar maçın henüz 18. dakikasında öne geçti. fakat brezilyalılar tıpkı rusya maçında yaptıkları gibi, geriden geldikleri maçı zico (kalenin üst köşesine lamba gibi yapışan bir frikik), oscar, falcao ve eder'in attıkları gollerle rahat bir şekilde 4-1 kazanmasını bildiler. john wark o gün iskoçya'nın orta sahasında görev yapıyordu. o maçı düşünmek, onu bugün bile onu nefessiz bırakmaya yetiyor. "hayatim boyunca hiçbir zaman o maçtaki kadar yorulmadım" diyor. "orta sahaları inanılmazdı. etrafimızda o küçük üçgenleri kurup pas yapıyorlardı ve bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. salak değildik aran onlara tekme atacak kadar bile yaklaşamadık. yapağımız, onların gölgelerini kovalamaktı. maç bittiğindeyse 'tebrikler' diyecek kadar bile nefesim kalmamıştı." o zamanlar belki bu şekilde düşünmüyordu ancak wark, şimdi 1982 brezilya'sına karşı oynadığı için ayrıcalıklı olduğunu düşünüyor. "sürekli hücum, onlar şimdiye kadar gördüğüm en iyi takımdılar."
John wark'ın gördüğü en iyi takımı nasıl durdurabilirsiniz? bu sorunun yeni muhatabı, brezilya'nın bir sonraki rakibi yeni zelanda teknik direktörü john adshead idi. "biz, zico'yu durdurmayı denedik" diyor şu an futbolla bağını koparmış adshead. "fakat kısa bir süre sonra bunun işe yaramayacağını anladık. zico'nun karşısına 2-3 futbolcu koysaydık, falcao'yu ya da socrates'i ya da eder'i kim tutacaktı? canımızı yakacak o kadar çok oyuncuya sahiplerdi ki."
adshead bunun yerine, tercihini koşan, savaşan oyunculardan yana kullandı. planı, brezilya'yı avlamaktı. özellikle orta sahada alan daraltıp brezilya'nın ritmini bozmayı düşündü. ilk yarım saat boyunca planı tuttu ancak 28. dakikada zico'nun attığı gol tüm bu planları bozdu. adshead bugün bile zico'nun volesinin fileleri nasıl bulduğunu çözememiş. "bizim sahamızın sağ kanadında gelen bir ortaydı ve zico kafasıyla topa hafifçe dokununca top biraz arkasına düştü fakat o vücudunu havada çevirip topu ağlara göndermeyi başardı. o topa, o güçle nasıl vurdu hiçbir zaman bilemeyeceğim." geçtiğimiz günlerde birisi adshead'a "dünya kupası'nın en güzel 100 golü" kasedi hediye etmiş. zico'nun volesi 1 numaraydı.
ilk golden sonra adshead takımının çözüleceğinden ve maçtan önce birçok kişinin öngördüğü hezimete doğru hızla yuvarlanacağından korkmuş. fakat takımı maçın büyük bir kısmında oyun yapısını korumayı başarmış. zico, serginho ve falcao'nun attığı gollere rağmen hem de. maçın sonunda skor 4-0 olmasına rağmen yeni zelandalılar küçük düşmemişlerdi. adshead'i o gece en çok etkileyen şey ise brezilya'nın hücumdaki sonsuz seçenekleri ve oyuncularının pozisyon değiştirirken gösterdiği beceri: "bir ara, brezilya hücuma kalkınca, sahaya baktığımı ve kendi kendime 'bu harika' dediğimi hatırlıyorum. 'buzzer mackay, falcao'yu; stevie sumner, socrates'i ve bobby almond da zico'yu almıştı... muhteşem, herkesi marke ediyoruz.' tam o sırada sol kanat oyuncusu junior sağ kanattan uçarak geldi ve birden her şey altüst oldu!" brezilya'nın değişken taktiğine hayranlığını dile getiren sadece adshead değildi. yorumcular da çok beğenmişlerdi.
Artık iyiden iyiye favori olan brezilya, ikinci tur maçları için santana'nın, rio de janeiro'ya çok benzediği için seçtiği sevilla'dan barcelona'ya gitti. lider olanın yarı finale yükseleceği üçlü gruptaki rakipleri arjantin ve italya'ydı.
arjantin, 1978 dünya kupası'nı kazanan takımın adeta gölgesi olmasına rağmen brezilyalılar kadrosunda 21 yaşında diego maradona adında genç bir oyuncuyu da bulunduran ezeli rakiplerini küçümsemediler. santana zor bir maç olacağı görüşündeydi. arjantin'in savaşmadan teslim olacağını düşünmüyorlardı. fakat maç başlayınca yanıldığını anladılar. maradona'nın uzatma dakikalarında kırmızı kartla oyun dışında kaldığı maçın brezilya zico, serginho ve junior'un attığı gollerle dünya şampiyonunu 3-1 gibi rahat bir skorla devirdi. grubun diğer maçında italya, arjantin'i 2-1 yendiği için brezilya'ya son maçta italya karşısında alacağı bir beraberlik yetecekti.
coelho, yani brezilya'nın turnuvadaki yegâne hakemi, eşini arayarak elinde final maçına iki tane bilet bulunduğunu ve hemen ispanya'ya gelmesini söyledi. brezilya'nın şampiyonluğunu eşiyle beraber izlemek istemekteydi.
takımının gösterdiği performanstan memnun olan santana da ilerisi için takımından umutluydu fakat coelho'nunki kadar kesin duygularla değil. eğer brezilya dünya şampiyonu olacaksa bu kader kısmetle değil, oyuncularının yetenekleriyle, alın terleriyle ve hepsinden önemlisi sıkı çalışmasıyla olacaktı. italya maçına artık alıştıkları rutinde hazırlandılar: çalıştılar, çalıştılar, daha çok çalıştılar. bek leandro, bıkıp usanmadan orta çalıştı. zico ayaklan ağrıyana kadar frikik çalıştı. takım arkadaşlarının o magrao (uzun boylu sıska) diye çağırdıkları socrates günde 40 sigara içmenin vücuduna yapüğı zaran temi2iemeye çalıştı.
santana'nın takımı bundan daha iyi olamazdı fakat maçın ilk beş dakikası dolmadan geriye düştüler. maç bağladığı iddiasıyla iki yıl futboldan men edilen paolo rossi, golün sahibiydi. bu golden 7 dakika sonra 'o magrao' takımına beraberliği getirdi fakat sonra gelişigüzel yapılan bir ortada cerezo, rossi'yi kaçırınca o da durumu 2-1 yaptı. golden sonra junior, cerezo'ya baktığında onu ağlarken yakaladı. daha sonra basına verdiği röportajda: "yanına gidip ona eğer ağlamayı kesmezsen suratını dağıtırım. bu bir erkek oyunu toninho. eğer korkuyorsan hemen sahayı terk et" dediğini anlatacaktı.
ikinci yanda italya'nın direncini kırmak için pres uygulayan brezilya 68. dakikada durumu 2-2 yaptı. gol, kendisine cennetin anahtarı verilmiş gibi sevinen falcao'dan gelmişti. "o gol, benim kafamda yan final demekti. o yüzden gol sevincinde kendimi o kadar kaptırdım" diye belirtti 2002'de yaptığı bir televizyon belgeselinde. maalesef falcao'nun golü maçın skorunu belirleyen gol olmayacaktı. birime 15 dakika kala italya bir köşe vuruşu kazandı. topun sekerek yine rossi'nin önüne düşmesiyle maçın son golü gelmiş oldu. italya 3 - brezilya 2. hasta la vista brezilya.
bu sonuç, rio ve sao paulo sokaklarını sessizliğe bürümüştü. intihar edenler bile oldu. şoktan ve gözyaşlarından sonra birçok brezilyalının ilk yaptığı neyin yanlış gittiğini bulmaktı. koltuk başında yapılan komplo teorilerinin sonu gelmiyordu: brezilya maçı kaybetti çünkü 3. golü bulmak için çok adamı hücuma yollayıp savunmayı unuttular. brezilya kaybetti çünkü güçlü ve kuvvetli golcü serginho beceriksizdi. brezilya kaybetti çünkü santana alıştığımız türde bir sağ kanat almayı reddetmişti. brezilya kaybetti çünkü cerezo inanılmaz bir hata yapmıştı ve devre arasında oyundan alınmalıydı. brezilya kaybetti çünkü takım otobüsü maça giderken, idmanlardan ve arjantin maçından sonra kullandıkları 'uğurlu' yolu kullanmadı... santana bu histeriden etkilenmemişe benziyordu. "eğer her şeyi tekrar yaşamak zorunda olsaydım yine aynı taktiği uygulardım" diye konuştu maçtan birkaç gün sonraki bir basın toplantısında. "taktiğime ve prensiplerime hâlâ inanıyorum. hâlâ "futebol-arte'yi" savunuyorum."
brezilya'nın elenmesi, avrupa'da da eşi görülmemiş bir üzüntüye sebep oldu. futbolseverlerin santana'nın takımıyla sersemlemesi için sadece üç hafta ve beş maç yeterli olmuştu. zico, socrates ve falcao nereye gitseler insanlar başlarına üşüşüyordu. brezilya'nın yakışıklısı eder turnuva boyunca 1.600 mektup aldı. italya mağlubiyetinden sonra bile taraftarlar onları caddelerde "şampiyon" sesleriyle destekledi.brezilya'nın elenmesi avrupa basınında daha önce görülmemiş bir üzüntüye de sebep oldu. batı basını santana'nın takımına duydukları aşkı yazılarında dile getirdiler. italya'nın la stampa gazetesinin başlığı "brezilyalı tanrıların düşüşü" şeklindeydi. ispanya'nın el correo de andalucia gazetesi "lütfen kısa zamanda geri dönün; başka tarz bir futbolu kabul etmek bizim için çok zor olacak" diyordu. fransız le quotidien'in olaya bakış açısı daha da duygusaldı: "ağla sevgili brezilya. tüm dünyadaki futbolseverler seninle ağlıyor ve acınızı paylaşıyor - öksüz kaldık."
bugünlerde, uluslararası basının bir takım hakkında bir ağızdan bu tarz yazılar yazmasını hayal etmek bile zor. tıpkı başka bir takımın 1982'de brezilya'nın oynadığı gibi oynamasını hayal etmenin zor olduğu gibi. estadio sarria stadyumunda, rossi hat-trick'ini tamamladığında dünyanın futbola bakışı kesinlikle değişmişti. italya'nın galibiyeti ve ardından finalde gelen zafer (ki tesadüf bu ya, arnaldo coelho adında bir hakem tarafindan yönetildi) sadece pragmatist ler ve modernlik savunucuları tarafindan kabul gördü. sonuç olarak, bilim sanatı yenmişti, sistemler spontane hareketlerin önüne geçti ve istemeden bir bar kavgasına kansan biri gibi, güzel oyun bu tur nuvadan mor bir göz ve kırık bir burunla çıktı. taraftarlar, brezilyalılar dahil, bir daha hiçbir zaman, bu kadar hücum düşünen, eğlenceli, korkusuzca risk alan bir takıma şahit olamazlar.
santana'nın nisan ayındaki ölümünden sonra arkasından laf eden herkes bu duyguları çeşitli şekillerde dile getirdi. o globo yazan fernando calazans şöyle diyordu: "brezilya'nın 1982'deki mağlubiyeti, tele santana için bir mağlubiyetten çok daha fazlasıydı. bu futbolun yenilgisiydi." 1982'deki takımın açık ara en başarılı oyuncusu olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğu zico da aynı görüşte: "o dünya kupasından çıkan sonuç şu oldu; sadece netice almak için oynayın, kazanmaktan, her ne pahasına olursa olsun kazanmaktan başka bir şeyi önemsemeyin ve performansınız iyiymiş kötüymüş, umursamayın bile." brezilya'da bu felsefeye "futebol de resu!tado" denir, netice futbolu, futebol-arte'nin ezeli düşmanı.
brezilya'nın ispanya'daki başarısızlığının farklı nedenleri tartışılmaya devam ediledursun, herkesin hemfikir olduğu bir detay vardı: santana'nın takımı çok güzeldi. işte bu yüzden yaşanan tüm hayal kırıldığına rağmen takım brezilya'ya döndüğünde kahraman gibi karşılandı. sol bek junior, geçtiğimiz günlerde tüm takım arkadaşları adına konuştu: tanrıya şükrediyorum ki dünya kupasını kazanamamış bile olsak, insanların unutamadığı o takımın bir parçasıydım." nasıl unutabiliriz ki junior? nasıl unutabiliriz...