ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
yeni sezon için hazırlıklarımızı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da hem kendi çevremizde, hem de aynı zamanda yabancı bir çevrede sürdürmek istiyorduk.
florya evimizdi. geceleme imkânı, dinlenme salonları, oyun odaları, dostları ve misafirleri ağırlayacak salonları ve her isteğimizi yerine getiren iyi bir mutfak ve kulüp binamızla mükemmel bir tesis oluşmuştu.
antrenman sahalarımızın yanı sıra çim sahalarımız ve aletli jimnastik için kapalı salonumuz da vardı.
ayrıca yazın sıcak günlerinde bir serinlik ve tazelik vahası gibi olan florya ormanı çok yakınımızdaydı.
on gün sonra da almanya'ya gidilecekti. bu kez antrenman kampımıza karargâh olarak seçtiğimiz yer, karaormanlar yakınında, çok güzel bir yerleşim olan schönwald'di.
bir takımın yeni ve ağır bir sezona futbol açısından hem bedensel hem de ruhsal bakımdan hazırlanmak için ihtiyaç duyacağı her şey burada vardı.
çok iyi bir insan olan otel sahibi siggi bize en iyi şekilde bakıyordu. kendimizi burada koca bir ailenin içinde gibi hissediyorduk.
vaatlerde bulunmanın ya da garantiler vermenin gereği yoktu. şampiyonluk unvanını koruyacaktık. basın için de, onca beklenen şampiyonluğu bir kez daha deneyeceğimizi tespit etmek yeterliydi.
bir diğer amaç da avrupa şampiyon kulüpler kupası'nda iyi bir netice almaktı, ki bu da, kurada şansın bize biraz gülmesiyle mümkün olabilirdi.
bu denli iyimserliğin nedenini açıklamak kolaydı. takım son iki yıl içinde performansını giderek artırmıştı. üç yıl önce yapılan transferlerin % 50'si yerini bulmazken, son yıllarda alınan oyuncuların hepsinde kulüp tam isabet kaydetmişti. ileri doğru yeni bir hamle yapmış olmamızın nedeni de onlardı.
samsunspor'dan galatasaray'a transfer edilen tanju ve büyük savaş'dan öncelikle beklenen, ekibi güçlendirmeleri, ama aynı zamanda orta saha ve hücumu tamamlamalarıydı.
tanju geçen sezonda da yine en fazla golü atan oyuncuydu. 25 golle ikinci kez türkiye 1. ligi gol kralı olmuştu. galatasaray'da futbolcu olarak niteliklerini geliştirebilecekti. avrupa kupası maçlarında uluslararası deneyim kazanma ve millî oyuncu olarak da kendini uluslararası düzeyde daha iyi kanıtlama ve kabul ettirme imkânı bulabilecekti.
samsunspor'un oyun kurucusu ve güçlü şutları ile tanınan büyük savaş orta sahada oyunculuğunu göstermeyi çok iyi bilmiş, ama öncelikle de, santrfor mevkiindeki tanju'nun doğru yerde oynamasını sağlayabilmişti. onu mutlaka tanju'yla birlikte almak istiyorduk. maçta iyi anlaşmaları ve özel dostlukları bu transferden yana şeylerdi.
günlük antrenmanlar, hazırlık aşamasında her oyuncunun atlatması gereken krizleri aşmak için gösterilen büyük çabalara rağmen, herkese zevk veriyordu; hem biz antrenörlere, hem de oyunculara.
atmosfer rahat ve canlıydı. kimse, gelecek şampiyonluğu kazanma zorunluluğuyla baskı ve stres altında hissetmiyordu kendisini.
florya'daki on gün geçti. takımın fizik durumu çok iyiydi ve stuttgarter kickers, sv sindelfıngen, fc pforzheim, fc freiburg, fc augsburg ve 1860 münih ile maçlar yapacağımız almanya'ya doğru yola çıktık. futbolcuları almanya'da da çalışırken izlemek bir zevkti. günde iki antrenman çıkarmak onlar için sorun değildi. maç günlerinde bile şevklerini koruyorlardı ve önemli maçlardan önce onları dizginlemek gerekiyordu.
600 metre yükseklikte, küçük, sessiz, rüya gibi bir yerleşim bölgesi olan schönwald, çalışmak, dinlenmek ve karaor manlar'in oksijen dolu havasının tadına varmak için ideal bir yerdi. burada, küçük gündelik sorunlardan uzaklaşmak mümkündü.
yakınlardaki freiburg kentinin ünlü üniversite hastanesinde, alman olimpiyat takımı'nın ve alman atletizm federasyonu'nun doktoru prof. dr. klümper nezaretinde, futbolcularımızın eski ve yeni sakatlıklarını tedavi ettirme, ama öncelikle de sakatlıklara uzmanlar tarafından teşhis koyulmasını sağlama imkânını bulduk.
oyuncularımızla büyük bir ilgi ve yetkinlikle ilgilenen kendi doktorumuz şanvar ercan'ın bu geziye katılması meslekî nedenlerden dolayı mümkün olamamıştı. hepimizin dostu, her zaman yardıma hazır doktorumuzun yanımızda olmasını hepimiz isterdik
oyuncular giderek daha iyi form tutuyorlardı. kondisyon durumları, hızlılık da dahil olmak üzere, belirlediğimiz antrenman programına uygun olarak gelişiyordu.
maçlar ise, en kısa zamanda oyun pratiği kazanmak ve antrenmanlarda elde ettiğimiz kondisyona dayalı performansı doğru olarak kullanmayı denemek için yararlı oluyordu.
formumuzun zirvesine gereken zamanda ulaşabilmek için, form durumumuzu doğru olarak değerlendirmek ve ayarlamak gerekiyordu ve bunun için gereken zamanı kendimize ayırmak istiyorduk. erken form tutmak sıkıntı yaratabilir ve takımın güç dengesini bozabilirdi.
ama henüz zamanımız vardı. istanbul'a gideceğimiz uçak bizi münih'de bekleyecekti nasıl olsa.
daha freiburg, augsburg ve münih'de yapacağımız maçlar vardı. geçmiş yıllar boyunca, yurt dışında oynadığımız maçlarda iyi sonuçlar almaya ve başarılı olmaya önem vermiştik. bu, bizim, sonraki yıllarda da hazırlıklarımızı almanya'da yapabilme şansımızı yükseltecekti. sonuçta bir diğer amaç da, bu yolculuktaki tüm giderlerimizi (kalacak yer, beslenme, otobüsle seyahatler) ve tüm grup için cep harçlığını çıkarıp ayrıca kulübe önemli bir gelir aktarabilmekti.
bunun dışında adidas firması takımın bütün donanımını üstleniyordu. yıllar önce alman millî takımı antrenörüyken çok sıkı dostluk ilişkileri kurmuş olduğum adidas firmasının hediyesiydi bu. kramponlu ayakkabılar, normal futbol ayakkabıları, tozluklar, formalar, koşu ayakkabıları, toplar, dizlikler, formalar, eşofmanlar, tişörtler, tek tip elbiseler ve daha başka pek çok şey.
bir profesyonel ikinci lig takımı olan freiburg'la yapacağımız maça özel bir dikkatle hazırlandık.
antrenman kampım orada, freiburg yakınlarında kurmuştuk. bize olağanüstü antrenman olanakları ta nınmıştı. fnsanlar nazik, dostane, dikkatli ve yardıma hazırdı.
sırf bu kadar insanın cana yakınlığı karşısında teşekkür için de olsa, iyi ve enteresan bir oyun sunmak istiyorduk.
ama o sırada öyle şeyler oldu ki, bunların hiçbirinin gerçekleşeceğine ihtimal veremezdim... devre arasında tribünlerde, bizimle birlikte gelmiş olan yönetim kurulu üyeleri, basın mensupları ve yakın dostlar arasında çok iyi bir atmosfer hâkimdi. çay, kahve ve sevilen baden şaraplarından içip ev sahiplerimizle futbolun çeşitli sorunları üzerine sohbet ediyor, görüş alış verişinde bulunuyorduk.
aniden ve çok şaşırtıcı biçimde didier six karşıma çıkıverdi. o sıralar racing strassbourg'daki sözleşmesini feshetmişti. onu yıllardan beri tanıyordum. birbirimizi son olarak 1984 avrupa şampiyonası sırasında paris'deki pare de prince stadyumunda fransa-ispanya maçında görmüştük.
didier six fransa'da 48 kez millî olmuştu; çalımları ve şutları güçlü, hızlı bir futbolcuydu. onu ayrıca, takım içinde hiçbir soruna yol açmayan, cana yakın, neşeli ve kafadar bir arkadaş olarak tanıyordum.
didier, galatasaray'da oynamak istediğini hissettirerek biraz konuşmak istediğini söyledi. istanbul'a gelmek ve kendini yönetim kurulu'na takdim etmek istiyordu. ona bu fırsatı hemen tanıyabilirdim; çünkü alp yalman, takımı ziyaret etmek ve tabiî maçı seyretmek için freiburg'a gelmişti.
onları tanıştırdım. konuşmaya başladılar. fransızca anlaşıyorlardı ve ben o anda, alp yalmanın bu transfer gerçekleşmedikçe kendisine ve karşısındakine rahat vermeyeceğini anladım.
ama yönetmeliklerle çelişkiye düşmeden böyle bir talebi türkiye futbol federasyonu'na nasıl götürecektik? istanbul'da yabancı oyuncularımız nedeniyle yeterince sorunumuz vardı zaten.
mirsat kovacevic daha iki yıl önce türk vatandaşlığına geçmişti.
iranlı millî oyuncu nasır aylardan beri türk vatandaşlığına geçmek için bekliyordu.
türk vatandaşlığına geçmesi teklif edilen cevat prekazi ise, takımda yeni bir yabancı oyuncuya yer açmak için pek hevesli görünmedi başlangıçta. gayet iyi anlaşılır, insanî bir tepkiydi bu.
fakat, sayın yalman, her zaman olduğu gibi bir yol buldu. didier six'in türk vatandaşı olmasını sağladı. didier de fransız vatandaşlığını saklı tutmak için kendisine bir yol buldu. birkaç hafta içinde gerçekleşen bu girişimden sonra tam bir uluslararası ekip olmuştuk.
bu kadar farklı dilin bir arada konuşulduğu bir takımda anlaşmanın nasıl sağlanacağını kendime sık sık sormuşumdur.
takımın bu kadar farklı uluslardan oluşması türkçe, yugoslavca, farsça, fransızca, almanca ve bağlantı dili olarak da ingilizce konuşmayı gerektiriyordu. içimizden hiçbirinin üstesinden gelemeyeceği bir sorundu bu. sadece fenerbahçe'nin eski başkanı ali şen gibi bir dil dehası böyle bir dil karmaşasında sorun yaşamayabilirdi. fakat bazı oyuncuların ingilizceye hâkim olması sayesinde genelde yeterli ve sorunsuz bir anlaşma sağlanabiliyordu.
ancak asıl etken, oyunculara egemen olan sporcu ruhu ve aralarındaki beşerî bağ idi.
ekipteki isimlere bakıldığında takım türkiye'de yenilmezmiş gibi görünüyordu. futbol açısından her biri kendi konumunda ve sahada bir usta sayılırdı. takımımız yapısı ve sağladığımız uyum açısından aşılabilecek gibi değildi.
üç yıl önce pek çok kişiye çok uzunmuş gibi görünen yapılanma süreci, bugün, bol sabır ve sevinçle geçirilen kısa ve gerekli bir aşama olarak görünüyordu.
başarılı olmak için her şeyin sadece bir bedeli değil, bir de zamanı olduğunu öğrenmişlerdi.
dört yıl önce ayrıldığım çocuklarımı, pek çok dostumu, ama aynı zamanda 30 yıllık antrenörlük hayatımın getirdiği yıpranmayı da düşünerek, sezon sonunda almanya'ya geri dönmeyi ve alanı genç meslekdaşlarıma bırakmayı düşünüyordum.
daha bu sezonun içindeyken geri plana çekilmek niyetindeydim. ayrıca, genç arkadaşımız dursun'un ölümünü kabullenmek bana çok zor geliyordu. bu genç insanı öylesine trajik bir biçimde kaybetmiştik ki, onun acısını bugün bile hâlâ atlatabilmiş değilim.