kayzer franz – imparator terim “franz beckenbauer koyu sağcı franz-josef strauss’la yakın ahbaptı. fatih terim, 1996’daki susurluk 'kazasından' sonra 'derin devlet' imgesinin timsaline dönüşen mehmet ağar’la dosttur. 2000 yılında galatasaray’ın şampiyonluk kadrosunun resmî hatıra fotoğrafına ağar'ı sokacak kadar yakın bir dostluk...”
tanıl bora 20 ocak 2024
franz beckenbauer, modern futbol tarihinin kuşkusuz en büyüklerinden biri, önceki hafta öldü. alt yaş gruplarından başlayarak 32 yıl, profesyonel düzeyde 20 yıla yakın futbol oynamıştı. bunun 21 yılı, bayern münih’te... 4 almanya lig şampiyonluğu, 3 avrupa şampiyon kulüpler kupası, bir kupa galipleri kupası şampiyonluğu; almanya ulusal takımıyla bir dünya (1974), bir avrupa (1972) şampiyonluğu kazandı. teknik direktörlük yaparken almanya ulusal takımıyla 1990 dünya kupası’nı kaldırarak hem futbolcu hem hoca olarak dünya kupası kazanan üç kişiden biri oldu. hocalık kariyerinde bayern münih’le bir lig, bir uefa kupası şampiyonluğu da var.
libero futbola forvet olarak başlamıştı aslında; 19 yaşında savunmaya devşirildi, 5 numara oldu. savunma oyununda bir devrim yaptığını söyleyebiliriz. ona gelene kadar, savunmanın ortasında serbest oynayan liberodan beklenen görev, adam adama savunma yapan mevkidaşlarından seken rakipleri ve topları karşılamaktı. nitekim bu eski usul libero kavramının eşanlamlısı “süpürücü” idi. franz beckenbauer liberoluk mesleğine geriden oyun kurma vasfını ve ruhsatını kazandırdı. the guardian bu pozisyonu bizzat onun icat ettiği kanısında. topu sürerek ileri çıkıyor, hücum başlatıyordu. dijital bir dakiklikle kullandığı ayak dışıyla isabetli uzun paslar atıyordu.
savunmacılara has rustik ve oduncul üslûptan uzak, zarif bir oyuncuydu. nitekim oynadığı 723 maçta hiç kırmızı kart görmemiş, sadece 7 sarı kartla ihtar edilmiş olması, bir savunmacı için inandırıcı olamayacak kadar müthiş bir istatistiktir. (1970 öncesi sarı ve kırmızı kartın olmamasını hesaba katmasak bile.) çabasız, adeta terlemeden oynardı. lakin onun marifetlerini derleyen şu klipte, yerde kayarak rakibinden topu sıyırıp aldığı sahneler de eksik değildir.
evet, gerçekten zarif bir oyuncuydu. topu yordamlaması balet gibiydi. baston yutmuş gibi dimdik, ufukta bir yerlere bakarak top sürüşü fenomenaldir. robotik “alman futbolcu” imgesini değiştirdi. avusturya’nın kurier gazetesi, “almanlara rahatlığı öğretti” diye yazıyor ardından. 1974’te stern dergisinde oyun stilini şöyle tasvir etmişler: “serin, gevşek, disiplinsiz, ironik – hatta kendine karşı ironik... biraz alayişli, kendi keyfine göre, bir taktiğe falan fazla tabi olmadan, spontaneliğe geniş yer ayırarak oynuyor.”
futbol tarihinin baş baletlerinden johann cruyff 2016’da beckenbauer’i, “futbolun kafayla oynanan ve bu arada ayakların da kullanıldığı bir oyun olduğunu” kanıtlayan bir adam olmakla taltif etmişti. (1974 dünya kupası finalinde kaptanı olduğu hollanda’nın finalde yenildiği almanya’nın kaptanı hakkında söylüyordu bunları.) aynı zamanda ‘pragmatik’ti cruyff’a göre beckenbauer: topla çıkmayı bildiği gibi, o topu tribüne vuracağı ânı da iyi bilirdi.
kayzer 1960’ların sonlarında beckenbauer’e kaiser (kayzer) lakabını taktılar. kayzer kral demek; cermen tarihindeki kullanımını düşünerek imparator diye çevirmek daha doğru. bu lakabın pekişmesine vesile olan hikâye hoştur... 1969’da schalke 04 deplasmanında oynarlarken, beckenbauer rakibin sembol oyuncularından libuda’ya bir faul yapar. schalke tribünleri, “vestalya’nın kralı” diye andıkları gözdelerine yapılan sertçe faule uzun süre yuh! çekerek tepki gösterirler. beckenbauer de buna oyun sürmekteyken 40 saniye kadar süren bir top sektirme gösterisiyle mukabele eder. ironi diyorlardı ya! “vestalya’nın kralı”nın hükümranlık sahasında yapılan bu meydan okuma, onu kral makamının üzerine çıkartan kayzer unvanını pekiştirmiştir.
bir futbol oligarkı almanya’nın kıdemli spor araştırmacı-yazarlarından dietrich schulze-marmeling, 1997’de yayımlanan bayern münih monografisinde, beckenbauer’in almanya’nın “yüksek sosyeteye” dahil olan ilk futbolcusu olduğunu yazar.
henüz 1970’lerde “rical”le, iş insanlarıyla, siyasetçilerle oturup kalkmaya başlamıştı. özellikle bavyera’nın koyu milliyetçi-muhafazakâr (“hatta” faşizan) siyasetçisi franz-josef strauss’la iyi ahbaptı.
emeklilik öncesi son istasyonunda, 1977’de “operet lig” denen abd liginde new yok cosmos şöhretler karmasında forma giyerek gösteri endüstrisine uyumlanma kabiliyetini göstermişti. cosmos’taki takım arkadaşı pelé gibi, reklam figürü olarak çok “iş” yaptığı gibi; lobicilik-yöneticilik işlerinde ondan da ileri gitti. 1990’lardan itibaren kariyeri, literatürde “spor siyasetçisi” olarak tanımlanıyor.
1994-2009 bayern münih başkanı olarak kulübün almanya futbol ekotopunun her şeyi yiyen canavarına dönüşmesine ve dünya büyükleri arasına terfi etmesine kilit katkıda bulundu. 1998-2010 arasında almanya futbol federasyonu başkan yardımcısı, 2007-2011 arasında fıfa icra komitesi üyesiydi. pelé’den de destek alarak fıfa başkanlığına oynadı.
o aralar çok iyi bir fıfa başkanı veya çok iyi bir spor bakanı olabileceği konuşulurken, süddeutsche zeitung şöyle alay etmişti: “evet, harika bir fıfa başkanı olabileceği gibi, harika bir papa da olabilir, greenpeace başkanı da olabilir, dalay lama’nın halefi de olabilir, bm genel sekreteri de olabilir, çin kayzeri de olabilir.” ne demişti cruyff? kayzer müthiş pragmatikti.
para işlerinde bilhassa ‘pragmatik’ti. 1986’da isviçre’de vergi kaçırmak suçlamasıyla hüküm giyip 1,8 milyon alman markı ceza ödemeye mahkûm edildi. 2008’de almanya maliye bakanı steinbrück, vergi yükümlülüğünden sıyrılmak için yurtdışına servet kaçırmakla suçladığı “varlıklı alman vatandaşları” arasında ilk ad olarak onunkini anacaktı. 2006 dünya kupası’nın almanya’ya alınması için bir rüşvet ağı kurduğuna dair çok ciddi iddialar vardır. 2015 yılında, başkanı olduğu organizasyon komitesinin hesabında kaynağı ve maksadı meçhul bir 10 milyon isviçre franklık ödeme tespit edildi. bir bağımsız finans kuruluşunun incelemesi sonucu, rüşvet için kullanıldığından kuşkulanılan bu paranın katarlı fıfa yöneticisi muhammed bin hammam’ın bir şirketine havale edildiği ortaya çıktı. aynı yıl isviçre başsavcılığı, beckenbauer aleyhine usulsüzlük, güveni kötüye kullanma, para aklama, vs. suçlamalarıyla dava açtı. 2019’da sağlık durumunu ileri sürerek ifade vermekten kaçındı. 2021 şubatı’nda zamanaşımı sayesinde kurtuldu.
2016 eylülü’nde, federasyonun 2006 dünya kupası organizasyon komitesi’nde fahri olarak görev yaptığını açıklamasına karşılık, 5,5 milyon euro para aldığı ortaya çıktı. bildirimde bulunulmadığı için vergilendirmede de gecikilmişti, ahiren vergi ödemesi icap etti. 2010 dünya kupası organizasyonuyla ilgili de fıfa’dan yine usulsüz, “açıktan”, iki ortağıyla beraber 1,7 milyon euro aldığı, paranın cebelitarık’ta bir hesaba yatırıldığı ortaya çıktı. 2008-2011 arasında fıfa’dan ayrıca kayıt dışı 5,4 milyon isviçre frangı almış, ortaklarından fedor radmann parayı aktarırken yarısını kendisine ayırmıştı. bu da isviçre’de bir para aklama davasına konu oldu.
ilk olarak bu vaka, ‘biraz’ itibar kaybına uğramasına yol açtı. yoksa her kusuru ‘yakışıyor haspaya’ faslından hoş görülmüştü. koyu katolik bavyera’da üç defa evlenip üstelik birisinden evlilik dışı çocuk yapması, vergi usulsüzlükleri falan hep idare edilmişti. 2006 skandalı, üzerindeki yıldız tozlarını yele verdi hafiften.
franz beckenbauer dünya futbol oligarşisinin bir mensubu olarak namını son olarak 2022 dünya kupası[1] öncesinde, köle emeği diye tanımlanabilecek sömürü koşullarıyla ilgili tepkiler üzerine söylediği şu sözlerle taçlandırmıştı:
“katar’da bunca zaman tek bir köle bile görmedim. herkes serbestçe dolaşıyor. ne zincire vurulmuş birisini gördüm, ne de köle başlığı takan birini... bu haberleri nereden çıkarıyorlar, bilmiyorum.”
bertolt brecht’in ünlü sözü var ya: bir banka kurmak yanında, banka soymak nedir ki! avusturya’nın futbol dergisi ballesterer’in aralık sayısında bu sözü şöyle uyarladılar: bir futbol kulübü yönetmek yanında, banka sahibi olmak nedir ki...! kulüpçülerden öte, global futbol endüstrisinin yöneticileri için, futbol oligarşisi için söyleyebiliriz bunu...
velhasıl, yoksul köylü ailesine doğup “global burjuvaziye” intisap eden müteveffa, olağanüstü zarif bir oyuncu, sahici bir futbol sanatçısı ve tipik bir futbol oligarkıydı.
“türk beckenbauer” kim ola? ‘70’lerde, ‘80’lerde popüler futbol kamuoyu, dünya şöhreti futbolcuların yerli muadillerini bulup buluşturmaya meraklıydı. maradona sadık, scifo mehmet... “türk beckenbauer’i” payesini beşiktaşlı gökhan keskin’e, galatasaraylı erhan önal’a, karagümrüklü/fenerbahçeli abdülkerim durmaz’a yakıştıranlar olmuştu. sonraki kuşakta, oğuz çetin’e de beckenbauer’lik atfedildi. geçenlerde bir trt spikeri, galatasaraylı abdülkerim bardakçı’ya bu unvanı bahşetti.
2018 ekimi’nde, bir galatasaray-schalke maçı öncesinde, iki takımda da forma giymiş olan rüdiger abramczik; 1984/85’te galatasaray’da birlikte oynadığı fatih terim hakkında “bizim beckenbauer’imizdi” demişti. bundan bir buçuk yıl kadar sonra, 2020 temmuz başında eski galatasaray yöneticisi semih haznedaroğlu’nun benzetmesi daha derindi. o, fatih terim’in “galatasaray’ın beckenbauer’i olabileceğini” söylerken, beckenbauer’inki gibi bir futbolculuk-teknik direktörlük-başkanlık üçlemesini kastediyordu: “beckenbauer çok iyi bir futbolcuydu. futbolu çok iyi bilen bir futbol adamı. bayern münih’e de başkanlık etti. fatih terim de aynı şekilde olabilir.”[2]
sadece oyunculuğuyla değil, asıl futbol oligarklığı bakımından beckenbauer’le benzerliği aranacak portre, elbette fatih terim’dir. son zamanlarda “adından çok söz ettiren” terim’e, özellikle 2022 eylül ortasında yayına giren netflix belgeseline dönerek bu gözle bir bakalım.
‘sementha’ fatih yıllar önce radikal futbol’da fatih terim’in futbolculuğu hakkında şöyle yazmışım: “fenerbahçeli çağdaşı ve mevkidaşı alpaslan eratlı’yla beckenbauer üslubunda ortaktılar: topla yumuşak, başı yukarıda oynayan, geriden oyun başlatan liberolardı ikisi de.” fatih terim’in beckenbauer’le bir benzerliği, forvetten savunmaya devşirilmiş olması. adana demirspor’da santrfordu. öğrenebilme, değişebilme hasletinin bir alameti.
1970’lerin ikinci yarısında spektaküler bir spesiyalitesi vardı: iki üç maçta bir, uçarak kafayla veya rövaşatayla çizgiden top çıkarırdı. bu mucizelerinden ötürü, dönemin popüler tv dizisi tatlı cadı’ya atıfla ona “sementha fatih” lakabı takılmıştı. beckenbauer’in futbolculuğunda kuşandığı kayzerliğe denk gelen imparator lakabını, 2000 yılında teknik direktör olarak uefa kupası’nı kazandıktan sonra edinecek.
futbolculuğunda fatih terim, beckenbauer’in yerlisi denebilecek başarılar elde edemedi. kariyeri galatasaray’ın 14 yıl süren şampiyonluksuzluk dönemine denk gelir. sadece üç türkiye kupası vardır bu dönemde. hatta taraftarlar arasında onu “uğursuz” sayanlar vardı. parlak futbolculuğunu büyük ödüllerle taçlandıramamış olması, teknik direktörlüğe geçerken hırsını bilemiş olmalı.
asabiyet zekâsı hırs bahsi önemli. hırstan öte, asabiyet. dolmabahçe’de defalarca canlı izlediğim fatih’in “enerjisi” beckenbauer’e hiç benzemezdi. sadece sarı değil, kırmızı kartları bile iki haneli rakamları tutabilir. kırmızı kartı beklemeden sahadan çekip gittiği “müdahaleleri” olmuştur. “oyun harici” şiddet dahil.
fatih terim’le “yaşam kişiliğinin uyuşmadığını” ama sporcu kişiliğine her zaman saygı gösterdiğini söyleyen metin kurt, onun teknik direktörlüğünde “kendini geliştirecek bilimsel her kaynağa saldırdığını” anlatırken, “aç bir insan gibi,” der.[3]
netflix’teki belgeselde kendi hırsının poetikasını yapar fatih terim: “bir ayağı sakat bir adamın oğluyum. kabullenemeyen bir adamın oğluyum.” hayatta kalma, meydan okuma, kendini ispat stratejisi olarak hırs... “hırçın” denmesine de itiraz etmeyeceğini söylüyor; “yetiştiğim yerden aldığım terbiye…” diyor. bağış erten, zidane hakkında söylenen meşhur kıssayı hatırlıyordu ya fatih terim söz konusu olunca: “zidane’ın çıktığı köyden zidane çıkar, ama onun içinden o köyü çıkaramazsınız.”[4] severek çoğaltılan adanalı imgesi…
futbolculuğundan itibaren asabiyet estetiği fatih terim’in karizmasının bir parçası oldu. akli zekânın (ıq) yanı sıra nasıl “duygusal zekâdan” (eq) bahsediliyorsa, belki fatih terim için “asap/sinir zekâsı” kavramını icat etmeli. gerilim idaresi, racon töresinden de beslenerek, terim için her zaman temel önemde bir taktik araç oldu. bünye içi rekabetler, özellikle de kendi patronluğunu/liderliğini kısan otoritelere karşı cephe açmak onun için hırs ve enerji kaynağıydı. tehditkâr tebessümlerle, zehirli imalarla sinir harbi yürütmek, ona ve “takımına” adrenalin yükledi.
netflix belgeselinde de asabiyet estetiğin performatif bir icrasını görüyoruz. çocukken top oynamaya başlayışını anlatırken de, tabiatın kendisini çok etkilediğini anlatırken de, hep bir gerginlik asılı havada. elleriyle kollarıyla büyük hareketler yapıyor; kollar koca bir damacanayı kucaklar gibi iki yana geniş geniş açılıyor, ellerini kâh iki pençe gibi, kâh dev bir tuzluktan tuz serper gibi, kâh kanca gibi açıyor; kâh kart dağıtır gibi hareketleniyor eller, bucurgat oluyor, mancınık oluyor.
beckenbauer’in almanlara rahatlığı öğrettiğini söylüyorlar ya… fatih terim türklere gerginliği öğretmiş değildir elbette; fakat onları gerginliğin zevkine vardırdı. gerginliğe itibar kazandırdı.
mehmet demirkol ta 2008’de, terim’in o asabi jest ve mimiklerinin muhatabının oyuncular değil, bütün toplumda “delice bir hırsa tapanlar” olduğunu yazmıştı.[5] hem dövüp hem sevecek “baba” otoritesinin âşıkları, kaderlerini bir karizmaya emanet etmeyi özleyenler, kurtarıcı kahraman bekleyenler, masaya yumruk vurmanın tutkunları, terim’in şahsında aradıkları ışığı gördüler. necati kola’nın 2001’de zaman kitap’tan çıkan kitabına koyduğu başlıkla terimizm diye bir şey varsa, bu olsa gerek.
“yeni nesil belgesel” ara ara zikrettik, şu belgesele odaklanalım biraz. yakınlarda gazeteduvar’da anıl ergin, “yeni nesil belgeselcilik” örnekleri arasında saydı netflix’in fatih terim belgeselini.[6] kastedilen, belgesel-olmayan-belgesellerdir; tanıtım ve güzelleme yapımları... belgesel ilk yayımlandığında birçokları bunu tespit etmişlerdi. mehmet demirkol, sokrates youtube kanalında bu yapımın bir belgesel değil, terim’in sevenlerine bir “mektup” olduğunu söylemişti. eski galatasaray yöneticisi sıfatı da taşıyan fatih altaylı belgeselin “şişirme” olduğu kanısındaydı. gazeteduvar’da şenay aydemir ve suat başar çağlan haksız denemeyecek sert eleştiriler kaleme almışlardı.[7] yakın zamanların mahir futbol yazarlarından çağlan, belgeseli diriliş ertuğrul, payitaht abdülhamid gibi “alaturka dramalarla” aynı kategoriye koyuyor, izleyiciye verilen mesajı “fatih terim’in başarılarının biricik sebebinin onun fatih terim olması ve başka kimsenin fatih terim olmaması” diye özetliyordu.
suat başar çağlan, belgesele “öven yabancı sosu” döküldüğüne değinmişti bir de yazısında. özellikle fiorentina ve milan’ı çalıştırdığı dönemden, italyan ahbaplarının methiyeleri gırla gider. andrea pirlo’nun türkçeye düşünüyorum, öyleyse oynarım diye çevrilen kitabında, terim’in “taktik” namına tahtayı karman çorman karalayışının epey alaycı aktarımı mesela, yoktur. “yabancı” gözü deyince... fatih terim belgeseli 11 freunde dergisinin nisan 2023 sayısına da konu oldu. jens kirschnek “yarı doğru bile değil” yorumunu yaparken, özellikle hakan şükür ve arif erdem’in “görünmemesi” için maç sahnelerine bol bol penaltı golü doluşturulduğuna dikkat çekti. netflix’in böyle bir “sözde belgesele” adını vermesi “utanç verici” idi ona bakılırsa.
“sözde-hakan şükür”ün yanı sıra, terim’in kariyerinde önemli yer tutmalarına rağmen anılmayan veya layığınca anılmayan başkaları da var belgeselde. piontek, bülent korkmaz... hakkında bir kitap yazan kıdemli yazar ahmet çakır’la görüşülmemiş olmasına da takılmıştım. ayrıca terim’in 2000’lerin başında “türk stili” olarak beliren “organize kaos” oyunundaki taktisyenliğine ilişkin teknik bir analiz dinlemeyi de isterdik.
tabii en mühim eksik, birçoklarının dikkat çekmiş olduğu üzere, 2006 dünya kupası elemelerindeki meş’um isviçre maçıdır.
16 kasım 2005’te oynanan maç başından itibaren bir şiddet ve celal atmosferinde oynanmış, türkiye’nin elendiğini ilan eden düdüğün ardından ulusal takım oyuncuları bir linç güruhuna dönüşerek rakiplerine saldırmışlardı. türkiye’nin 6 maç seyircisiz oynama cezası aldığı bu maçta teknik direktör terim’in “futbol dışı” “hücum!” işareti verdiği izlenimini uyandıran görüntüler izlemiştik. belgeselde bu maçtan bahsedilmemesindeki kusur, 2008 avrupa şampiyonası elemelerindeki isviçre maçının “rövanş” olduğu söylenirken neyin rövanşı olduğunun hiç belirtilmemesiyle daha da ağırlaşır. 2005’deki vak’a, adeta meşrulaşır böylece.
1997’de istanbulspor’un hocası saffet susiç’in hakem kararlarıyla ilgili ithamlarına, böyle sözleri “hele bir yugoslav’dan” işitmek istemediğini söyleyerek karşılık vermişti terim; benzer yakınmalarda bulunan kocaelispor teknik direktörü osieck’e, ülkemizdeki yabancıların daha saygılı bir dil kullanmaları gerektiği ikazını yapmıştı. 2014’te, almanya ve türkiye milli takımları arasında karara zorlanan oyunculara dönük tehditkâr imalarda bulunmuştu.[8] bunlar da belgeselde yoktur.
bu “biz-yabancılar” söylemini düşününce, 2000’deki galatasaray-leeds united maçı öncesinde istanbul’da bıçaklanarak öldürülen leeds’in iki taraftarı hakkında terim’in belgeselde “keşke o iki taraftar ölmeyeydi de, biz o maçı kazanmayaydık” demesi elbette insana iyi geliyor. beri yandan bu maçın rövanşında kendisine –kuşkusuz bu iki ölümün hıncıyla– küfürlü tezahürat yapan taraftarlara “karşılığını verdiğini”, “görüşeceğiz” işareti yaptığını aktarmaktan da geri durmuyor. sahici bir yas bilinciyle pek bağdaşmıyor, değil mi? bir teessür beyanıyla her şeyi temize çekip mutlak haklı ve üstün mevkiine geçme kolaylığını da elbette fatih terim öğretmedi “bu millete” – fakat bu ebed-müddet haklılık ideolojisinin güçlü bir temsilcisidir.
“güç istenci” franz beckenbauer koyu sağcı franz-josef strauss’la yakın ahbaptı. fatih terim, 1996’daki susurluk “kazasından” sonra “derin devlet” imgesinin timsaline dönüşen mehmet ağar’la dosttur. 2000 yılında galatasaray’ın şampiyonluk kadrosunun resmî hatıra fotoğrafına ağar'ı sokacak kadar yakın bir dostluk... yine birçoklarının dikkat çektiği üzere, netflix belgeselinde hiç bahsi geçmeyen konulardan biri de bu. biliyorsunuz, bu yakınlığın “skora dönük” katkıları olduğu iddiaları da –başta hıncal uluç tarafından– dile getirilmişti zamanında. zengin malzeme içeren kitabında ahmet çakır, terim’in fanilere sevimsiz görünen başka yönleri gibi bu ilişkiyi de, kısmen “samimiyet”le, kısmen “bu işlerin” icaplarıyla açıklamıştı.
tıpkı beckenbauer’deki gibi, belki zihniyet akrabalığı dışında, sınıf atlama usulleriyle de ilişkisi vardır bu yakınlığın. “rical”le ilişki, bir güç yakıtıdır.
“imparator”un –her türlüsünden– güce hep “aç” olduğunu herhalde kimse inkâr edemez. “imparator” lakabını memnuniyetle bağrına basmasından da belli. netflix belgeselinin yansıttığı, yeterince dikkat çekmediğini düşündüğüm “güç istenci” sinyali, galatasaray başkanlığı iddiası idi. belgesel “sıranın” oraya geldiği havadisiyle bitiyordu. banu yelkovan “onu başkan olarak görmek isteyen büyük bir kitle var” diyor; “baba, dede, imparator… derken sıranın nereye geldiği açık…” işareti veriliyordu. eski kulüp yöneticisi, “fatih terim, galatasaray’ın beckenbauer’i olabilir” derken bunu kastetmemiş miydi? beckenbauer’lik galatasaray başkanlığıyla kemale erecekti.
zamanımızın “süper yıldız”-teknik direktör tipolojisine uygun bir perspektifti bu. bu tipoloji, taktisyen, idareci, lider, girişimci, halkla ilişkilerci, imaj yaratıcısı, stil ikonu, hepsi birdendir. futbolun endüstrileşmesinin veçhelerinden biri. beckenbauer gibi “başkan” olmak ise bir adım ötesidir. futbol oligarşisine intisap adımı... terim anlaşılan bu adıma yeltenmişti. okan buruk’un başarısı buna engel oldu; en azından erteletti, kim bilir...
derken şu “fatih terim fonu” denen şey çıktı. eh, akçalı problemler de beckenbauer’liğin rüknündendir. mesele hâlâ yarı-karanlıkta veya tercihinize göre yarı-aydınlıkta. gazeteduvar'daki derli toplu bir panoramik özete pas verip çekilelim: "10 soruda fatih terim fonu".
“yumuşak güç” o esnada, ansızın fatih terim’in yunanistan’ın panathinaikos’un teknik direktörlüğüne getirilivermesinde bu “tatsızlığı” unutturma kaygısının payı olduğunu hemen herkes kabul ediyor. bu hamleye –yine futbol oligarşisi içinde sayabileceğimiz– acun ılıcalı’nın aracılık ettiği de söyleniyor.
bu işte bir “yumuşak güç” siyasetinin de payı yok mu? fatih terim’in milan’a transferinde de, abdullah öcalan’ın italya’ya sığındığı dönemde gerilen italya-türkiye ilişkilerini normalleştirme misyonu rol oynamıştı.[11] şimdi de ergin ataman’ın ardından fatih terim’in panathinaikos’a gidişinde türkiye-yunanistan ilişkilerinde yumuşama için bir cep açma taktiğinin izini arayabiliriz.
kayzer franz’a da 2022 nisanı’nda almanya’nın resmî “futbol elçisi” unvanı bahşedilmemiş miydi? ha, 2012’de rusya gaz üreticileri birliği’nin “uluslararası büyükelçisi” olarak atanmıştı bir de...