ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
20 haziran 1984, paris'de parc de prince stadyumu'ndayız. alman ve ispanyol millî takımları arasında yapılacak maçın sonucu, fransa'da yapılmakta olan 1984 avrupa kupası'nda yarı finale yükselecek takımı belirleyecek. bu tür maçlar öncesinde heyecan ve gerginliğin artması gayet normaldir. antrenör artık söylediği sözlerin futbolcular tarafından kesinlikle algılanmadığını bilmenin çaresizliği içindedir. ama yine de dener; belki de sadece kendini rahatlatmak ya da yapılacak her şeyi yapmış olma duygusuna kavuşmak için.
oyuncular çoktan maça ve rakip oyunculara konsantre olmuşlardı. her şey karşılıklı olarak bir kez daha kontrol edildi, herkes görevini biliyordu. büyük turnuvalarda her maçtan önce olduğu gibi, iki takımın da millî marşları çalmıyordu. bizim için sıradan bir maç değildi bu. alman takımı avrupa şampiyonu ünvanını korumak için sahaya çıkacaktı. takım, dört yıl önce roma'da, finalde rakibi belçika'yı yenerek kazandığı bu unvanın gururunu taşıyordu. ama aynı zamanda, dünya çapında iyi bir şöhrete sahip olan alman futbolunu temsil etmek de söz konusuydu. tabiî futbolcuların prestiji, yurt dışında sözleşme imkânları, para, itibar, isim ve gelecek kaygıları da işin içindeydi.
bir futbolcunun ünü, gösterdiği performansa paralel olarak artar ya da azalır. çoğunlukla da genç ve yetenekli futbolcuların hayal ettikleri kariyerin sonuna çok çabuk gelir.
yani gereken, üstün performans, gayret ve özveriydi. kimsenin kendini esirgemeyeceğini biliyordum. her oyuncu son saniyeye kadar elinden geleni yapacaktı. birbirimize yemin etmiştik.
maçın tam tamına 89'uncu dakikası ve 40'ıncı saniyesiydi. durum hâlâ 0-0 berabereydi. maçın bu sonuçla bitmesi avrupa kupası'nda yarı finale yükselmemiz için yeterli olacaktı. takımımız a grubunda, averajla ve bir puan farkla ispanya'nın önündeydi. hatta, beraberliği korumamız, biraz şansla finale çıkmamız anlamına bile gelebilirdi.
milli takımda hamburg'u temsil eden, en genç futbolcularımızdan wolfgang rolffun yaptığı bir faul, ispanyollar'a serbest atış kazandırdı. maçın bitmesine daha 20 saniye vardı. oyuncularımdan hiçbiri tehlikenin ve serbest atışın yaratabileceği kritik durumun farkında değildi. sanki takım artık sadece çekoslovak hakem christoph'un maçı bitirecek düdük sesini bekliyormuş gibiydi.
saha çizgisinin iki metre ötesinden bağırığ seslenerek oyuncularımı sarsıp kendilerine getirmeye çalıştım.
tık yok...
bizimkilerden birkaçı hala tartışırken, ispanyollar'ın uzun boylu liberosu macedo'nun alman kalesine doğru koştuğunu gördümç ispanyol milli takımı'nın ve kendi kulübü barcelona'nın "rejisörü" victor, serbest atışı, alman savunması için aşırı seri bir hareketle kullandı. top, orta sahanın sağında aynı çizgide oyadıkları takım arkadaşına geçmişti bile. fc sevilla'nın orta saha oyuncusu francisco'ya kimse müdahale etmedi ve top uzun bir ortayla alman ceza sahasına girerek kalenin arka direğine doğru süzülmeye başladı. sonraları fenerbahçe takımında da oynayacak olan kalecimiz toııi schuhmacher kaleden çok fazla uzaklaşmıştı. yedek kulübesinden herkesin topu kafayla karşılamak için nasıl gerilip hazırlandığını izliyordum. ama içlerinden sadece bir tanesi diğerlerinden daha yükseğe çıkarak topu tüm şiddetiyle alman kalesinin ağlanna taktı... real madrid'in uzun boylu savunma oyuncusu maceda, oyunun tek golünü atıp ispanyollar'a son anda zafer kazandırarak defanstaki muhteşem performansının mükâfatını görmüştü.
durumu kimse kavrayamadı. sansasyon büyüktü. almanya, fransa'da yapılan 1984 avrupa şampiyonası'ndan elenmişti.
oysa bizim için o kadar önem taşıyan bu maçta her şey çok iyi başlamıştı. takımımız başından beri tempo ve oyun biçimini belirlemişti. daha ilk devrede durum lehimize 3-0 olabilirdi. peter briegel ve norbert maier'in üst direkten dönen şutlarıyla oyunun başında öne geçebilirdik. aynı şekilde solbek oyuncusu andy brehme'nin de bir atışı direkten dönmüş ve üstelik ispanyol santrafor, real madridli butragueno bir penaltı kaçırmıştı. fakat, sonucu daha maçın başında kendi lehimize çevirme şansını kaçırmıştık işte...
büyük bir maç değildi. her iki takım da her zamanki formlarının altında oynadı. yine de yarattığımız pek çok gol pozisyonuna bakıldığında maçı kazanmayı hak etmiş sayılabilirdik. hatta son üç avrupa şampiyonası'nda yaşadığımız gibi sadece yarı finale değil, finale yükselmeyi de hak etmiş sayılabilirdik.
böylece alman takımı için 1984 avrupa şampiyonası'nın sonu gelmişti. bana kalırsa alman takımı nadiren gösterdiği türden sıkıcı bir oyun sergilemişti. takımımızın avusturya, irlanda ve arnavutluk gibi takımlar kabında yaptığı daha önceki eleme grubu maçları da seyirci için dramatik olmaktan o kadar uzaktı ki, basın ve tüm medya için bundan daha dramatik bir durum olamazdı. futbol da böyledir işte, kaybeden tarafın kaderi her zaman bir parça daha karanlıktır.
şampiyonaya gelirken futbolcularımızın mücadeleci yaklaşımları son derece yerindeydi. ama öte yandan bir sakatlık sebebiyle sürekli oynayamayan k. h. rummenige gibi oyuncularımız millî takımda eksikti. f. c. barcelona'nın oyun kurucusu bernd schuster de avrupa şampiyonasının başlamasından kısa bir süre önce dizinden ameliyat olmuştu. bunlar yerleri kolay doldurulamayacak ve onlar olmaksızın avrupa'nın en iyi takımlarının güçlü rekabeti karşısında kendinizi ispat etmenizin kolay olmayacağı oyunculardı.
fakat benim için daha da kötüsü, bu avrupa şampivonası'nın öncesinde genç alman millî takımı na şans tanınmaması ve böylece takıma olumsuz etkide bulunulmasıydı. eleme grubu maçları sırasında takımın hiçbir oyunda tam anlamıyla inandırıcı olamadığı, en azından şu ya da bu maçta tam bir performans gösteremediği ortadaydı. takım yine de 1984 avrupa şampiyonası elemelerini kazanabildi.
ayrıca yaşanan kriz sadece alman milli takımı'nın sorunu değildi. yıl içinde ligdeki en iyi takımlarımız da avrupa çapındaki bütün müsabakalarda daha ilk maçlarda elenmişlerdi. yani söz konusu olan tüm alman futbolunu kapsayan bir krizdi. futbolumuz böyle bir kriz içindeyken aslında çok daha fazla destek ve güven görmeyi hak etmişti.
fransa, ispanya karşısında oynadığı final maçında avrupa şampiyonu oldu. fransız takımı, çok ender rastlanacak bir biçimde, sadece kaliteli oyunculardan oluşan ekibiyle, hak ederek ve parlak bir başarıyla şampiyonluğu almıştı.
finalden sonra paris'de, alman futbol federasyonu'nun millî takım antrenörlüğü'nden istifa ettiğimi açıkladım.
en büyük futbol ulusları bile, kuşaklar boyu hep yeni oyuncuları keşfetmenin, desteklemenin ve üst düzeyde futbolcular olarak yetiştirmenin mümkün olmadığı zamanları yaşamıştır. fransa, avusturya, ingiltere, ispanya ve macaristan gibi ülkelerin millî takımlar avrupa ya da dünya şampiyonası klasmanına yükselmek için niçin on yıla, hatta daha fazlasına gereksinme duydular ki?
alman futbolunun yıllarca gösterdiği olağanüstü başarıların ardından gelen ve şükür ki sadece dört yıl süren bu kriz el birliğiyle atlatılsaydı herhalde daha iyi olurdu...