maçın neticesi 1 - 0, fakat istanbul futbolünün kıymeti sıfırdır...
selânik mıntakası muhtelit futbol takımı unvanile ve yunan federasyonunun itimatnamesini hâmil olarak şehrimize gelen yunan’lı futbolcular dün de taksim stadyomunda galatasaray ve fenerbahçe takımlarının teşkil ettiği muhtelit takımla ikinci bir müsabaka yapmışlardır. dünkü müsabaka, cuma güukü ilk müsabakadan daha berbat bir şekilde cereyan etmiş, türiye’nin en kuvvetli iki kulübünün yanyana getirilen en kuvvetli on bir oyuncusu, bu derme çatma yunan takımına ancak bir gol yaparak galip gelebilmiştir. fakat her iki galibiyetin de futbolumuz için bir mağlûbiyetten daha fena olduğunu hemen kaydedelim.
selânik muhteliti ismi verilen bu takımın cuma günkü ilk oyunu görüldükten sonra sadece atletik kıymetlerinden başka teknik bir meziyetleri olmadığı anlaşılmıştı. maamafih üç günlük üçüncü mevki bir tren yolculuğunu müteakip dört beş saatlik bir istirahatten sonra sahaya çıkan futbolcuların cuma günkü aczini biraz da bu yorgunluğa atfetmek mümkündü.
fakat dünkü müsabakayı da gördükten sonra bu takımın selâniğ’in ikinci, hatta üçüncü sınıf kulüplerinden toplanmış oyuncularından mürekkep bir takım olduğunu anlamıyan kimse kalmamıştır.
selânik muhteliti ile yaptığımız iki müsabakanın verdiği neticeler bizim için ibret alınacak bir ders olmuştur. hakikatleri açıkça söylemekten çekinmemeli, futbolumuzun bugün düştüğü elim vaziyeti bilâtereddüt ortaya koymalıyız. bugün bir istanbulspor’un, bir vefa’nın bile yalnız başına mağlûp edebileceği bu selânik futbolcularına ancak birer sayı farkla galip gelen güzide muhtelit takımın haline acımamak elden gelmiyor.
futbolcularımız profesyonel olsun mu, olmasın mı diye yapılan anketlere bazı futbolcuların verdiği cevaplara ve bol keseden istedikleri yüksek profesyonellik ücretlerine bakılacak olursa, memlekette tekemmül etmiş bir futbol olduğu zannedilir. yüzlerce lira aylık istiyen bu futbolcuların sahadaki beceriksizliklerile karşı karşıya gelince, insan, adeta hicap hissediyor. hangi oyunumuz, hangi marifetimizle profesyonel oluyoruz ve ne hakla yüzlerce lira aylık istiyebiliyourz? en zayıf bir takımın karşısında bile acze düşen bu oyuncular mı profesyonel olacak ve futbolu kendilerine meslek ittihaz ederek para kazanacaklar ve bir banka direktörü kadar dolgun maaşlar alacalar?
en zayıf takımlar karşısında futboldaki varlığımızı sıfıra indiren oyuncuların profesyonel değil tekaüt olması lâzımdır. bu işin başka çıkar yolu yoktur.
dünkü muhtelit takım galatasaray formasile ve şu şekilde sahaya çıkmıştı:
galatasaray takımının başkaptanı, bugünkü muhtelitin sağ açığında, alâettin, sağiçte muzaffer, sağ muavin mevkiinde de suphi'nin oynatılmasında ısrar etmiş, fakat bazı oyuncular yerlerini başkalarına vermemekte ısrar etmişler ve takımın daha kuvvetli bir hücum hattile çıkmasına mâni olmuşlardır.
oyunun heyeti umumiyesi, cuma günkünden daha fena olmuştur. evvelâ, top kaleden kaleye bir iki defa gidip geldikten sonra kalemiz korkolu bir tehlike geçirmiş, müdafaanın fahiş bir hatası yüzünden az daha gol olmağa ramak kalmıştı. bereket, yunan’lılar da gol atmak kabilîyeti olmadığından topu dışarı atmışlardır. biraz sonra bize korner olmuş, top, tekrar kornere gitmiş, bu arada bizim oyuncular bir de penaltı cezasına lâyık bir harekette bulunmuşlardır.
bereket versin ki kornerlerden yunan'lılar istifade edememişle,r hakem de penaltı ile tecziyesi lâzım gelen hareketi görememişlerdir.
yunan’lılar, adeta kalemizi sıkıştırmağa başlamışlardı. fakat nasılsa sol tarafımızdan inkişaf eden bir akın yaptık. top, rebii ile kemal faruki arasında mekik dokuduktan sonra leblebi mehmed’e gitti ve mehmet, çok müşkül vaziyette olmasına rağmen anî bir yan vuruşla maçın yegâne sayısını yaptı. bu golden sonra tekrar bir akın yapıldı, korner oldu, kornerden gelen top yunan kalesine girmişti ki, topu kalecinin elinde gördük. bunu herkes gol zannetmişti.
oyunun bundan sonrası artık bir kör dövüşü olmuştur. yunan'lılar ara sıra, sağ açıkları vasıtasile münferit akınlar yapıyorlar, bir şey beceremiyorlar, bizimkiler ise de oradan oraya koşmak, çalım göstermek ve numara yapmakla uğraşıyorlar. bu numaralar devam ederken iki tarafa da kornerler oluyor, firikik cezaları veriliyor, fakat hiç birisinden bir netice çıkmıyordu. yunan'lılar, iki üç defa muhakkak sayı vaziyetleri ile karşılaştıkları halde beceriksizliklerinden hepsini dışarı attılar. bizimkiler, gerek sağdan yaptıkları hücumlarda gerek soldan sağa gönderilen akınlarda ve en müsait vaziyetlerde mütemadiyen topu kaptırdılar. bir kısım halkın manalı manasız alkışlarını toplamak için yapılan bu marifetler bütün fırsatları heder etti ve ilk devre bir sıfır vaziyetinde bitti.
ikinci devreye çıkarken tamamen idmansız olduğu halde gene sahaya çıkan vahi’nin ziya ile değiştirildiğini gördük. bu, çok isabetli bir iş olmuştu. fakat ilk devrenin verdiği neticeye göre değiştirilecek oyuncu sadece bu müdafi değildi, takımın muhacim hattında da evevlce düşünülen şekilde tebeddül yapılmak lâzımdı. bu, ya ihmal edilmiş, yakut yapılamamıştı.
ikinci devrenin ilk dakikalarında bir iki neticesiz akın yaptıktan sonra adeta selânik’liler hâkim vaziyete girmişlerdi. bizim takımın oyunu o kadar perişan ve can sıkıcı bir şekil almıştı ki, seyirciler, müsabakayı ıztırapla seyrediyor, sahadaki beceriksizlikten sinirleniyorlardı.
sanki gol yapılamamasının yegâne kabahati kemal faruki’nin muhacim hattında oynaması imiş gibi, onu muavin hattına, fikret’i muhacim hattına aldılar. niyazi de oyundan çıkarak yerine lûtfi geçti. maamafih bu tebeddülün de hiç bir faydası olmadıktan başka, işi bütün bütün karıştırdı. artık takım en iptidaî şekilde bir futbol oynuyor, herkes bildiğini okuyordu.
üç orta muhacim sade ortada oynuyorlardı. sağ iç arasıra yükselen «gol isteriz alâ!» feryadını işittikçe tamamen şahsî oynuyor, sağ açık maça seyirci kalıyordu.
sonra, bir iki oyuncu müstesna, hiç birinin nefes kabiliyeti selânik'liler derecesinde değildi. maamafih tekme atmakta yüksek bir kabiliyet gösterenler çoktu.
hakem m. allen’in de bermutat maçı beceriksizce ve gayrivakıfane idare ettiğini söz arasında kaydedelim.
bu elim vaziyet karşısında yunan'lıların bir kaç gol yapmalarına muhakkak surette intizar edilebilirdi. fakat onların gol yapamamaları, bizim talili olmamızdan değil, onların beceriksizliğinden ileri geliyordu.
tribünlerden yükselen «gol isteriz» avazeleri arasında muhtelit takım, taksim sahasında dansediyordu. futbolun bizde bu kadar gerilediğini, bu kadar iptidaileştiğini gören halk, artık «gol isteriz» diye bağırmaktan da vazgeçti. çünkü belki on on beş muhtelif gol fırsatı hep heba olmuş, gol yapılamıyacağına herkeste bir kanaat belirmişti. şimdi, bütün endişeler, «gol yemiyelim» şeklinde tecelli ediyordu. hakikaten dakikalar geçtikçe daha fena bir şekil alan vaziyet, mağlûp olmamızı bile intaç edebilirdi. bereket versin ki selânik’liler bizimkilerden daha beceriksizdi. nihayet hakemin uzun düdüğü oyunun bittiğini ihbar etti de, üç dört bin seyirci sinirlerine hâkim olabildiler.
bu cansıkıcı ve yürek üzücü oyunu seyredenler, mütessiren stadyomdan çıktılar. bizim futbolun bu kadar sukut edeceği kimsenin aklına gelmezdi.
biz de dün bu elim vaziyeti gördükten sonra tam bir inkisar içinde döndük. artık her maçtan sonra «niçin mağlûp olduk?» diye her mağlûbiyetin sebeplerini aramak değil, kazara kazandığımız oyunlarda «acaba hangi tılsımın tesirile galip gelebildik?» dive bu tılsımı arıyacağız?