raphael honigstein'ın "dördüncü yıldız: alman futbolunun kendini yeniden keşfi ve dünyayı fethi" adlı kitabından
italyanlar bu tip. “şüpheli” maçlara biscotto (kurabiye) diyorlar. almanlar ise gijon; doğru telaffuz edildiği takdirde, boğazda birikmiş balgamın altüst olup mide bulantısı hissedilmesine yol açan bir harfler bütünü...
alman milli takımının tarihinin en büyük skandallarından birine imza attığı gijön biscay körfezinde yer alıyor. gijon,
1982 dünya kupası’nda jupp derwall’in bıyıklı, favorili, paragöz oyuncularının tarihin en büyük danışıklı dövüşünü avusturya’yı 1-0 “mağlup ederek” kazandıkları şehir. bitiş düdüğünden hemen sonra ‘ğijon utancı” diye anılmaya başlanan maç aslında onuncu dakikada hamurglu forvet horst hrubesch’in attığı golle sona ermişti bile. zira aynı gün erken saatlerden oynanan maçta cezayir şili'yi 3-2 mağlup etmişti. almanya’nın avusturya’ya karşı alacağı tek gollü bir galibiyet orta avrupalı iki komşunun beraberce ikinci tura çıkmalarını sağlayacaktı. sahadaki 22 kişi ikinci yarı boyunca zombiler gibi salınmışlar, topu aralarında çevirmişler ve saçma sapan yerlere anlamsız koşular yapıp durmuşlardı. alman libero uli stilieke maçtan sonra akıllara durgunluk verecek bir mantıksızlık örneği göstermiş, düşünce tarihinin mihenk taşlarından sebep-sonuç ilişkisini tersyüz ederek “taraftarların bizi sürekli yuhalamaları futbol oynamamızı engelledi," demişti.
görünüş itibarıyla maçtan önce yapılmış planlardan sadece avusturyalı forvet walfer schachner’in haberi yoktu. zaten sonradan öğrendiğimiz üzere, avusturya nilli takım teknik direktörü georg schmidt, schachner’e eğer gol atma çabalarına bir son vermezse kendisini oyundan çıkartmak zorunda kalacağını söylemişti.
maçın büyük bölümünde sahada tanık olduklarını protesto etmek amacıyla sessiz kalan ard tv yorumcusu eberhard stanjek skandalı şöyle yorumluyordu: “hayatımda bu kadar utanç verici bir şey görmedim? futbol dünyası uzun yıllar boyunca bu iki takımı nefretle anacak."
belki de en kötüsü sahadaki rezalete imza atanların ne utanç ne de pişmanlık duymalarıydı. bayernli orta saha oyuncusu wolfgang dremmler “seyircinin tepkisi umurumda bile değil. maçı izlemek için uzun yoldan gelmiş olmaları da tamamen onların problemi" diye yorum yaparken, bremeni uwe reindes maçı televizyondan izleyen alman taraftarlara hitaben "frieda teyzenin oturma odasında sinirden kudurup kudurmadığı beni zerre kadar ilgilendirmiyor," diyordu. aslında bu skandala en güzel tepkiyi maç analizini gazetenin “adli vakalar” sayfasına koyan el comercio vermişti.
uluslararası basının, almanya’nın 1938 yılında avusturya’yı işgaline ithafen “ anschluss maçı” olarak adlandırdığı ve iki orta avrupa ülkesinin birbirlerine yardımcı olmak amacıyla ellerinden geleni yaptıkları bu maç almanya’nın ispanya’daki turnuvada sportmenliği arka plana attığı istisnai bir enstantane de değildi. maçtan sonra almanya’yı protesto etmek için milli takımın kaldığı otelin önünde toplanan cezayirli taraftarlara derwall’in öğrencilerinin kaldığı sekizinçi kattan su balonları yağmıştı.
bütün bunlar yetmezmiş gibi kaleci harald “toni” schumacher fransa’yla oynanan, yarı final maçında ( https://macanilari.com/08....5-4_-198219829250--.html) patrick battiston’ı amiyane tabirle “biçmiş”, battiston iki dişinden olmuş ve omurgası zedelenmişti. hakemin cezalandırmaya gerek bile görmediği schumacher, battistorfa ilk müdahale yapılırken sahadaki umursamaz ve hatta mutlu tavırlarıyla tepki toplamıştı. bununla da yetinmeyen schumacher almanya’nın penaltı atışlarıyla kazandığı maçtan sonra eğer isterse battiston’m dişçi masraflarını karşılayabileceğini söylemişti.
battiston olayı almanya ve fransa arasında bir siyasi krizin de doğmasına sebebiyet vermişti, fransa’da yapılan bir ankette schumacher “en nefret edilen alman” unvanını hitler’in elinden almış ve şansölye helmut kohl ve cumhur başkanı françois mitterand iki ülke arasında 1984 nisanında strasbourg’da oynanacak dostluk maçı öncesinde tüm taraftarları sükûnete davet eden ortak bir bildiri yayınlamışlardı.
1982’deki milli takımın bu küstah tavırları aslında savaş sonrası alman futbolu için bir dönüm noktası oluşturuyorlardı. federal almanya yıllardan beri liberal ve ilerlemeci bir ülke imajı inşa etmeye çalışıyordu. bu aslında savaş sonrası başlamış olan nazilerden arınma politikasının bir parçasıydı. bu politikanın futbola, yansıması ise sahada zafer de kazanılsa (1954 ve 1974 dünya kupaları), yenilgiye de uğransa, (1966 dünya kupası) takımın belli başlı ahlak kuralarının dışına asla çıkmamasıydı. işpanya’daki dünya kupası ise eski, “çirkin” almanya’nın geri dönüşüne şahne olmuştu; kendi çıkarları uğruna tahayyül edilemeyecek kötülük ve ahlaksızlıklara imza atabilecek bir jenerasyonun geri dönüşüydü bu. federal almanya'nın önde gelen halkla ilişkiler uzmanlarından dietrich schulze van loon, batı alman oyuncuların kupadaki davranış ve demeçlerinin “almanya’nın ikinci dünya savaşı’ndan" sonra yaşadığı en büyük halkla ilişkiler faciasına” sebebiyet verdiğini söylüyordu.
yapmacık bir sosyalistten vahşi bir kapitaliste dönüşümünü tamamlamış olan paul breitner (alman oyuncu turnuva öncesinde meşhur sakallarını bir reklam kampanyası için 150,000 alman markı karşılığında kesmişti) önderliğindeki takımın o kadar kötü bir imajı vardı ki, sonraki yıllarda onların giydiği siyah-beyaz formayı giyen milli takımlara futbol kamuoyunda müthiş bir antipati duyulacaktı.
ispanya 82’de ortaya çıkan klişeleri yıkmak hiç de kolay olmadı. alman milli takımları uzun yıllar boyunca disiplinsiz, kendi aralarında kavga etmeden duramayan, acımasız askerlere benzetildiler. cesar luiş menotti’nin futbolu sağ (negatif tutucu ve otoriter) ve sol (pozitif, yaratıcı ve demokratik) olarak ikiye ayırdığı ve futbolun karmaşıklığını görmezden gelen teorisine birebir uyan tek ampirik örnekti ’82 milli takımı.
bu takım, aynı yıl şansölye olan tutucu hıristiyan demokrat helmut kohl’un siyasi fikirlerinin futbol sahasında vücuda gelmiş biçimiydi adeta.
klinsmann ve löw kendilerinden önceki teknik direktörlerin ne kadar günahkâr olduklarının farkındaydılar. zaten bu ikilinin 2004’ten sonra milli takımın imajını değiştirme çabaları da bu farkındalığın bir sonucuydu. amaç tertemiz bir imajla yeniden doğacak alman milli takımına taraftar ve kamuoyu desteği sağlamaktı ve doğrusunu söylemek gerekirse klinsmann ve löw bu amaç uğruna bazen fazla ileri de gidebiliyorlardı.