anadolu ateşi, avrupa'yı tutuşturdu, cengiz alpman 30.09.2003 | radikal futbol
bu mevsim uefa kupası'na istanbul limanı'ndan vapur kalkmadı. temsilcilerimiz, güneydoğu anadolu ağırlıklı olmak üzere başkent ve karadeniz formaları giydi. mücadelelerin ilk ayağı iki galibiyet, bir beraberlik ve bir mağlubiyetle kapandı
beşiktaş ve galatasaray ‘üç büyükler' efsanesinin ilk ayağı olarak devler ligi’ndeki rotalarına yeniden talim ederken, avrupa futbolunun ikinci kupası sayılan uefa’da bu sezon istanbul temsilcisi boy gösteremedi. bizans hegemonyasının alışılmışın dışında etkisini kaybetmesi karşısında anadolu ateşi, avrupa’ya kramponlarım gösterdi. küçük asya dikdörtgeninin batısı, daha yakın sayıldığı avrupa sınırlan içinde boy gösteremezken, gaziantep ve malatya ile güneydoğu uefa’dan aldığı biletlerin ilk ayağım kullandı.
karadeniz fırtınası trabzon’un yanı sıra başkentin ‘golkolik’ gençler’i de avrupa karesini tamamlayan temsilcilerimiz oldu. tabeladan bakıldığında en afili manzara da ersun yanal’ın öğrencilerinin tribününden göründü. ex-galatasaraylıların ağırlıklı olduğu blackburn da kenarda menajer graeme souness kadar; kalede brad friedel ve ön liberoda tugay kerimoğlu beklenen performansı sağlayamadı. iyi ki de sağlayamadı. 3-1'e rağmen alkaraların rövanşta başları ciddi biçimde dertte sayılır. zira, pekbilindiği gibi yanal ekolü savunmayı önemsemeyen kramponlardan oluşuyor. gol yemek gençler için rutin sayılıyor. yediklerinden fazla atabilirlerse amenna.
değil blackburn, gerçek devlerden sayılan real madrid ya da manchester önünde bile 'güzeller içinde hep golü seçtim’ türküsünü söyleye söyleye rakip kaleye sürekli saldırıyorlar. ilk yarıyı eşitlikle bitireceğini umarken iki dakikada yediği iki gol souness’in kimyasını da coğrafyasını da kafasını da gayet fena bozmuş. maçtan sonra eve döndüğünde medyaya “tüm sorumluluk benim” demiş.
souness: ‘sefilleri oynadık’
öte yandan bizim hocaların da sık sık ifade ettikleri 'vakit tanımak’ dileğini souness de dile getirdi: “türkiye’de özellikle savunmada tam anlamıyla sefilleri oynadık” diye skorun kaynağını izah ettikten sonra ‘geride yeni isimler var. bunların birbirine alışmaları için zaman tanımak gerek’ yaftasını açtı iskoç hoca. yine tıpkı bizimkilerde de sık sık görülegeldiği üzere...
devamındaysa fazla duyamadığımız endüstriyel gerçekleri ifade ederken “ne var ki futbol sanayii insana hiçbir zaman yeterince zaman vermez' biçimindeki açıklaması ise insanın aklına ister istemez elvis presley'in 'ya şimdi, ya asla' türküsünü getiriyordu. gerçekten de genelde, bir teknik direktöre dilediğince vakit tanıyın o yine ekstra zamanlar peşindedir. çünkü elindekini hovardaca kullanma şansı hiç yoktur. hem oynayacak, hem de 'zaman tanıyın' diye tutturacaktır. işte bizim osmanlı'nın 'göç yolda düzülür’ deyişinin sıklıkla haklı çıkması bu çelişkili üretim biçiminden kaynaklanır.
galatasaray’la kupayı aldıktan sonra fenerbahçe stadı’nın santra noktasına bayrak dikerek damarlarında dolaşan iskoç viskisinin ateşini ifade eden graeme’in açıklamasının son paragrafı da ilginçti: “daha matrağı, portsmouth deplasmanındaki çok iyi oyundan sonra ankara seyahatinde rezil kepaze olmamızdı. bizim piyasada şaşmaz doğru olarak bilinen tek şey vardır. son maçında oynadığın kadar iyisindir. gerisi fasafiso.” souness’in bu ayaküstü, belki de oturarak, yaptığı basın toplantısı ya da içini döküp açılma seansında ortaya koyduğu bir iki nokta bana gerçekten ilginç geldi. uzaktan bakıldığında sosyo-feylesofik gibi görünen bu basit açıklamalar, gerçekte futbol endüstrisinin, benzerleri gibi, nice acımasız olduğunu adamın kafasına kakıyor resmen.
127 yaşında bir kulüp: blackburn rovers
blacburn rovers, çoğu adalı akranı gibi 1800’lerin ikinci yansından sonra kurulan, şöyle böyle 127 yaşında bir kulüp. adı önce sadece blackburn’müş. bir mektep takımı olan delikanlılar daha kuruldukları ilk sezonda tüm maçlarını deplasmanda oynadıkları için ‘rovers’ lakabına hak kazanmışlar. bir tür 'gezgin’, hat‘başıbozuk’ dahası ‘korsan’ gibisinden yol imgelerini barındırıyor. taraftarları da bu özgürlükçü aromasından ötürü takımlarına ‘rovers’ demeyi yeğliyor.
bu arada spor barışı adına, maçtan önce ingilizlerle türklerin yaptığı halı saha maçı, 11 ekim alarmı öncesinde insanlığın o kadar da ölmediğini gösterdi. bu maçı ingiltere'de kanal 5 yayımlamış dediklerine göre. adalılar, rovers'a karşı gösterdikleri sert tepkide 'takımın ankara'da sarhoş turistler gibi yalpaladığını, premiere lig'den herhangi bir takımın o maçta en az yarım düzine gol atacağını, 30'lu yaşlarını çoktan aşmış olgun savunmanın ağır kaldığını, dino baggio ile karşılaşmayı 10 kişi oynadıklarını' bağırıp duruyorlar. duff ve dunn'un ayrılmasından sonra blackurn bir türlü istenen kıvamı tutturamadı. anka hesaplarında olduğnu iftiharla açıkladıkları 10 milyon pound ise ne işe yarıyacağını bilmeden döviz büfesindeki panganotlar gibi 'el kiri' oalrak duruyor.