ingiliz adasına doğru uçarken bir eziklik var içimde...
seyredeceğimiz 16 finalist arasında, türk milli takımının da buıunmasını istiyor gönlüm.
futbolun bu kadar popüler olduğu ülkemizin böyle bir şampiyonada bulunamadığına üzülmemek elde değil. neden bir brezilyanın karşısına çıkmayalım? neden ingiltere, fransa, uruguay'lı bir grupta oynamayalım? neden ingiltere’ye toplanan 1600 dünya gazetecisi türk takımını da seyretmesin, ondan bahsetmesin?
«neden biz yokuz bı finallerde?» dediğimiz anda, biri çıkıp da, «hangi tesisinizle, hangi zihniyetinizle var olacaksınız?» demez mi? profesyonellik anlayışımızdan, spor otoriteliğimize, sporumuzu düzenleyen modası geçmiş kanunumuzdan sırf nöbetdeğiştiren spor adamlarımıza kadar, neyimizle çıkacağız ortaya?
bir süre olsun, bütün bu acı gerçekleri unutacağız. dünya kupası'nın büyük heyecanı içinde, adına hakikaten saha denen yerlerde top oynandığını göreceğiz sonra da dönüşte bütün bunları hafızalarımızdan silip, keçiboynuzu kemirme gibi 90 dakikada tek güzel hareket görülen maçlarımızla başbaşa kalacağız. bir yazar için talihsizlik bu... iyiyi gördükten sonra kötüye boyun eğmenin talihsizliği...
dünya kupası'na gitmenin en büyük talihi ise, günümüz yıldızlarını gerçek hüviyetleriyle görmek olacak. mithatpaşa'da varyeteye değil, dünya kupasında mücadeleye çıkacak hepsi... belki ingiltere'de doğacak ve batacak yıldızları seyredeceğiz.
namık sevik
seyrettiğim üçüncü dünya kupası olacak bu... 1954'te isviçre’de yedi gollü galibiyet ve yedi gollü mağlûbiyet arasında şansını yitiren kendi takımımızın yanı sıra, kocsis’li, puşkaş’lı, bozsik'li macar fırtınasının brezilya’yı, uruguay'ı ezip geçişini, fakat sonunda herberger kayasına çarpıp dağılışım görmüştüm. 1958’de isveç'te, pele'nin doğuşuna, brezilya’nın şampiyonluk tahtında şahlanışına şahit olmuştum.
bu defa ise, meşin topun altın kupa etrafında nasıl döneceği hiç belli değil... ve futbol dünyasının bu en büyük kupasını paylaşma mücadelesine sahne olan da, futbolun beşiği şimdi...
1966 finallerinin bir özelliği, gene ellerin uzandığı kupadan doğuyor. 16 finalistten üçü için, kupanın ebedi sahibi olmak mümkün. ikişer defa dünya şampiyonluğunu kazanan uruguay, italya ve brezilya, bu şerefe üçüncü defa erişmekle altın armağanı bir daha çıkmamak üzere yurtlarına götürecekler. evet, son seyrettiğim dünya kupası'ndan bu yana akıp giden sekiz yılda, kalelerin içinden çok toplar geçti. 1958 de stockholm’da konuştuğum. 17 yaşın mahçup, yedek oyuncusu pele, simdi 25 yaşı geride bırakan, kıt'alararası bir futbol imparatoru olarak dünyaya hükmediyor. 1954'de basel'de uruguay'dan dört gol yiyerek yenildiklerinde, «futbol bu» deyip, gülen geçen ingilizler bile, artık milli maçları «milli dâvâ» öneminde gören bir zihniyet değişikliği içinde... kısaca, her yanı ile, öncekilerden pek farklı bir kupa bu.. futbolun beşiğinde futbolun en güzelini de seyrettirirse, gerçekten unutulmaz olacak.