.... ve fenerbahçe, şerefin büyük bir hatasının kurbanı olarak türkiye kupasından elenip gitti.
halbuki, o dakikaya kadar kaptan şeref herşeyini ortaya koyarak sahada didinmiş ve adeta kendini parçalamıştı. kör bir topun ihaneti idi bu.. bıraksa, ayağını açsa, üzerinden atlasa avuta top çıkacak ve belki de fenerbahçe oyunun normal müddeti içersinde kazandığı bir golle sahadan ikinci finalist olarak şeref turu yapıp ayrılacaktı. insanoğlu ne kadar çalışırsa çalışsın, ne kadar hüsnüniyet sahibi olursa olsun işte her zaman böyle bir azizliğe uğrayabilirdi. buna doğuda da batıda da «kaderin cilvesinden» başka hiç bir şey denemez. gerçek olan şu ki, fenerbahçe oyuna hızlı bir tempo ile başladı, kendisinden beklenmeyecek kadar güzel oynadı. herşeyi ama herşeyi o talihsiz golü yediği dakikaya kadar iyi sürükledi götürdü. sonra, çöküşünü seyrettik fenerbahçe'nin. buna mukabil galatasaray şahlanmıştı. artık sahanın her yerini sarı-kırmızı'lı çocuklar dolduruyordu. temdidde insiyatif tamamen onların eline geçmişti. ayhan’a yapılan faul penaltı idi. nitekim metin bunu affetmeyecekti. keza uğur'un attığı gol büsbütün ipleri kopartacak ve galatasaray’ı ikinci finalist olarak ilân edecekti.
bütün bunlar bir on dakika dayanamamanın neticesinde oldu. kaderdi bu... 10 yaşındaki çocuğunu gölde bir sandal kazasında kaybeden fransız şairi viktor hugo da kadere inanıyordu. yazdığı içli şiirin son mısraı şöyle bitiyordu: «bütün bu tatlı ve güzel melek, bir gölge ve rüzgar gibi geçti»...