mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
yabancı takımlarla siyasal konjonktüre göre yapılan maçlar
1930'lu yıllarda çok daha belirgin hâle gelecek olmakla birlikte, 1920'li yıllarda da futboldaki dış temasların o andaki dış politikayla paralellik arz edecek şekilde organize edilmesi dikkat çekici bir gelişmeydi. ister milli takımın oynadığı maçlar, isterse kulüp takımlarının özel maçları olsun, rakip seçiminde türkiye'nin ilişkilerinin iyi olduğu ülkelerin kesin önceliği vardı. 1923 yılında ilk milli maçın romanya ile oynanmasının tek gerekçesi türkiye'nin dış politikası değildi elbette; ancak romanya, ilişkilerin iyi düzeyde seyrettiği bir ülke olması yanında, türkiye ile maç yapmayı kabul edebilecek az sayıdaki ülkeden biriydi, coğrafi olarak da yakındı.
olimpiyat oyunları sonrasında türkiye, kuzey avrupa ülkelerini kapsayan bir turneye çıkmış; finlandiya, estonya, litvanya ve polonya gibi sovyetler birliği'ne hem coğrafi hem de siyasal anlamda yakın ülkeleri kapsayan bir dizi maç oynamıştı. bu maçların hemen arkasından, fifa'dan özel izin alınarak, sovyetler birliği ile bir maç yapılmıştı. daha önce değinildiği gibi bu maç, kurtuluş savaşı yıllarında türkiye'ye maddi yardımda bulunan ve uluslararası kamuoyu nezdindeki desteğini esirgemeyen sovyetler birliği'yle yakın işbirliği ve dostluğu gösterme amacını taşıyordu.
hemen bir yıl sonra, 1925 yılında, bu kez sovyetler birliği milli takımı türkiye'ye gelmiş ve türk milli takımı ile oynamıştı. sovyetler birliği ile yapılan bu maçın önemli bir özelliği, ankara'daki istiklal sahası'nda oynanması olmuştu. o güne değin hep futbolun başkenti durumundaki istanbul'da oynanan maçlardan farklı olarak, sovyet misafirler bu kez başkent ankara'da ağırlanmıştı. bu tercih, konuk takıma verilen değerin sergilenmesi açısından önem arz etmekteydi. maçın ankara'da oynanması, cumhuriyetçilerin gözünde istanbul'un, futbol konusunda da, alternatifsiz olmadığını ima eden bir mesaj sayılabilirdi.
iki maçı da sovyetlerin kazandığı bu dış teması, sonraki yıllarda polonya, yugoslavya, bulgaristan ve romanya ile yapılan milli maçlar takip edecekti. o dönemde yükselişte olan orta avrupa futbol ekolünden gelen bu takımlardan başka-lanyla maç organize etmek, ekonomik koşullar nedeniyle de zordu. sonraki yıllarda, balkan ülkeleri ile ilişkileri yakınlaştırmak adına da maçlar organize edilecekti. dikkat çeken bir başka durum, gerek milli takımın gerek kulüp takımlarının o yıllarda futbolda söz sahibi olan ingiltere, almanya, italya ya da fransa gibi ülke takımlarıyla hiç maç yapmamasıydı.
galatasaray-fenerbahçe muhtelitinin 1926 yılında mısır turnesine çıkması ve ertesi sene mısır'ın önde gelen kulüplerinden el-ittihat'ın türkiye'ye gelip maçlar yapması bir başka dikkat çekici gelişme olacaktı. ancak, henüz ingiltere'nin siyasi ve askerî kontrolünde bulunan bu ülkenin spor kulüpleri ile başlayan bu temasın arkası gelmemiştir.
1930 yılına gelindiğinde balkanlardaki eksik halka tamamlanacak, atatürk ile venizelos arasındaki sıcak yakınlaşma sonucunda türk-yunan ilişkilerinde açılan yeni dönemin futbol dünyamıza yansıması olarak yunan takımları ile maçlar dizisi başlayacaktı. ilk olarak, 1930 yılının ekim ayında venizelos'un türkiye'yi ziyareti esnasında yunanistan'ın aris takımı da türkiye'ye gelmiş ve fenerbahçe ve galatasaray ile iki özel maç yapmıştı. bu maçlar, savaş sonrasında yunan futbol takınılan ile ilk temaslardı. fenerbahçe ile yaptığı maçta 2-2 berabere kalan aris, 26 ekim 1930 günü taksim stadında galatasaray ile karşılaşacaktı. basının günler öncesinden verdiği haberler ve yaptığı yorumlar ile futbolseverlerin ilgisi bu maça çekilmişti. yapılan yorumlarda yunanistan ile türkiye arasında esen dostluk rüzgârlarına sürekli olarak deginilmişse de, satır aralannda yunanistan ile daha on yıl öncesinde yaşananlardan da bahsedilmişti. böylece bir yandan dostluk köprüsü kurulurken, bir yandan da eski hesaplann görülmesi talep edilmekteydi. bu atmosferde çıkılan maç, baştan sona galatasaray'ın hâkimiyeti altında geçmiş ve sarı-kırmızılı ekip sahadan 5-1 gibi farklı bir skorla ayrılmıştı. bu sonuç istanbul'da büyük bir heyecan dalgasının yaşanmasına sebep olmuş, galatasaraylı futbolcular maçtan sonra kulüp lokaline kadar omuzlarda taşınırken, beyoğlu'ndaki kutlamalar sabahlara kadar sürmüştü. ertesi gün yayımlanan gazeteler bu galibiyete geniş yer ayırmışlardı. özellikle cumhuriyet gazetesi, bu olayı birinci sayfadan manşete taşıyarak bir ilke imza atmıştı. galatasaray'ın galibiyeti sarı-kırmızı iri puntolarla "varol galatasaray" ibaresi ile okuyucuya duyurulmuştu. bu bir ilkti. gazetelerde değil spor sayfalarının, spor haberinin bile yer bulamadığı ya da en fazla arka sayfaların kıyısında kenarında verildiği o günlerde, bir futbol maçının birinci sayfadan sürmanşet olarak okuyucuya duyurulması sıradan bir olay değildi. bu sıradışı heyecanı yaratan, bir futbol maçından ziyade, o maçın bir yunan takımına karşı oynanmış olması ve o takımın farklı bir şekilde mağlup edilmiş olmasıydı kuşkusuz.
bu tarihten sonra yunan takımları ile daha sık maç oynanmaya başlamıştı. 1930 yılında ayvalık idman yurdu takımı midilli adası'na giderek maçlar yapacaktı. bu takım böylelikle yunanistan'da maç yapan ilk türk futbol takımı unvanını da kazanacaktı. 1931 yılında fenerbahçe ile olympiakos takımları arasında istanbul'da oynanan maçta çıkan olaylar gelişen dosduk havasına gölge düşürecekti. fenerbahçe'nin 1-0 galibiyeti ile biten maçtaki tek gol 76. dakikada büyük fikret (arıcan) tarafından kaydedilirken, yunan kalecinin topu kaleden çıkaran fikret'i itmesi üzerine genç bir subay tribünlerden sahaya adayacak ve kaleciyi yumruklayacaktı. bunun üzerine saha karışacak, çıkan olaylar güvenlik güçlerinin gayreti ile kontrol altına alındıktan sonra maç zorlukla tamamlanabilecekti. subayın kim olduğunun belirlenememesi üzerine tahkikat açılacak ve fenerbahçeli futbolcular 1. ordu komutanlığında günlerce ifade vereceklerdi. bu soruşturma sonuç vermezken, subayın kimliği ancak başka kaynaklar vasıtasıyla belirlenecekti. yunanistanlı yöneticilerin kabahatin kendi kalecilerinde olduğunu belirterek şikâyetçi olmamaları üzerine subayın cezası hafifletilerek şark'a sürgün edilecek ve olay böylece kapanacaktı. takibatın bu seyri, o dönemde türk-yunan ilişkilerindeki olumlu havanın bozulmasına karşılıklı izin verilmek istenmediğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
1931 yılında, diğer birçok spor branşında olduğu gibi, futbolda da balkan şampiyonası düzenlenmesi planlanmıştı. ancak yunanistan, romanya ve arnavutluk'un katılmaması üzerine milli takımlar düzeyinde balkan futbol şampiyonası düzenleme girişimi ölü doğacaktı.