bir iyi, bir de kötü durum var ortada. hangisini önce yazayım diye çok düşündüm ama herhalde iyiden başlamak en doğrusu.
dün akşam, lig beşincisi ve aynı zamanda, çoğu kişi umursamasa da, “ebedi puan cetveli”ndeki en büyük rakibimiz bursaspor karşısında sergilenen iştahlı oyun gençlerbirliği taraftarının gözlerini kamaştırdı. aksayan yönler, futbolcular ve maçın bazı periyodları olsa da aydın, ahmet çalık ve maçın adamı serdar gürler’in nefis oyunları farkı ve galibiyeti yarattı.
takımın kısa süreli dönemler hariç sürekli olarak golü düşünmesi ve önde basarak rakibi bozması, soğuk ankara akşamının en iç ısıtıcı tarafıydı. hele bir de fenerbahçe maçındaki “bal yapmayan arı”nın bal yapmaya başlamasına canlı canlı şahitlik etmek tribündeki herkesi sarhoş etmeye yetti.
irfan’ın birkaç gün önce satıldığı, stancu ve rantie’nin sakat olduğu gecede, bu sezon ligde ilk kez, 3 gol birden atmak ve lig cetvelinin orta kısmındaki yerimizi pekiştirmek yazının “iyi” durumunu teşkil ediyor.
gelelim kötü duruma.
yeni bir şey değil aslında bu. özellikle son 10 yıldır yakamızdan düşmeyen, en ufak umut ışığında bile taraftarın gözlerinin önüne serilen, ümit özat’ın “32 maçta 0-0 berabere kalsak 32 puan eder, o da kümede kalmaya yeter” sözlerinde kendini gösteren, yerini kimin dolduracağı belli olmadan ligin daha 16. haftasında irfan can’ın apar topar satılmasında vücut bulan şey; hedefsizlik!
oysa hedef koymak ve her attığınız adımda “ciddi” olduğunuzu futbolculara ve taraftara göstermek sportif ve ekonomik başarının temel kuralıdır. oysa bizim teknik direktörümüz ve yönetimimiz her adımında, “hedefimiz yok!” diye haykırıyorlar.
bursa maçından sonra taraftarlar, “fenerbahçe ve bursaspor maçında bir ruh gördük!” diye sevine dursun, hedefsizlik kulübün boynundaki iplerini germeye şimdiden başladı bile. dereyi geçerken at değiştirmek misali, parlayan futbolcuların, hem de sezon ortasında, satılması ve yerlerinin soru işaretleriyle doldurmaya çalışılması da bunun en büyük göstergesi.
sonuçta hedefi olan takımlar elindeki oyunculara alternatif düşünür, bizim gibi hedefi olmayanlar ise yarını düşünmeden kapı pencere satıp “soğukta” ısınmaya çalışırlar.
işin daha kötü yanı ise şu; ne satılan futbolcudan “deve yükü” para kazanıyoruz, ne de “gelen” parayı düzgün bir şekilde kullanabiliyoruz. böyle olunca da yıllardır kısır bir döngüde dönüp duruyoruz. kısacası her sezon tek başarımız “kümede kalmak” oluyor. peki, bu gerçekten başarı mı?
benim gibi düşünenler için değil ama kulübü yönetenler için başarı olacak ki, her yıl “aynı tas aynı hamam” takılmaya devam ediyorlar.
geçen yıl djalma’ın olduğu gibi bu sezon sonunda da serdar’ın sözleşmesi bitiyor. kulüp elini çabuk tutmadığı ve oyuncu performansını arttırdığı için sezon sonu aynı tiyatroyu izleyeceğiz gibi; “çok para istedi biz de git” dedik. sonra mı? yerini doldurmak için 3-5 transfer yapar sırayla serdar’ın yerinde oynatıp deneriz. bu arada sezonu da yarılamış oluruz ama olsun sonuçta “futbolcu çok para istedi ve mecbur biz de kapıyı gösterdik” der bir sezonu daha çöpe atıp önümüzdeki sezonlara bakarız…