trabzonspor izmir'de göztepe'yle berabere kalırsa, şampiyonluk ilk defa anadolu'ya gelecek. kabarmış heyecanımız nereye koysak durmuyor, mahallede arkadaşlara, başkandan araba isteyelim, dedim. trabzonspor başkanı, un fabrikası sahibi şamil ekinci. gülbahar'dan aga mesut, faroz'dan üveyiz ve ben, taksiyle fabrikaya gittik, başkanın odasına girdik. taraftarlar olarak otobüs istiyoruz, maça gideceğiz, dedik. yumuşak huylu, çok tatlı bir adam, derin bir sevinçle hiç soru sormadan telefonu kaldırdı, kanberoğlu şirketini aradı. "iki otobüs verin, çocuklar izmir'e kadar gidecek", istanbul'da galatasaray'la kupa maçımız da var, diye araya sokuşturduk, telefonda:"ordan istanbul'a geçecekler, sonra geri gelcekler..." iki otobüsü gülbahar mahallesinde parkın önüne çektik, faroz, arafil boyu, gülbahar gibi büyük mahallelerden onbeşer kişi, bahçecik, hacıkasım, yenicuma gibi diğer mahallelerden beşer kişilik kontenjan ayırıp haber gönderdik. yer kavgası, dövüş, hakaret, otobüslere bindik.
(...)
otobüsler çanakkale boğazına ecaabat'a vardığında, hayattan artık hiçbir şey beklemeyen kahramanlar yorgunluktan uyumuştu. ancak, öc almk isteyen maceracılar boş durmamış, ecaabat'ta araba vapurunun hemen orda, sağda, turistik eşyalar satan bir dükkana girip, dükkan sahibini konuşmaya tutup, arkadan kasalarla, koli koli anahtarlık, oyuncak ayılar, bebekler, ağızlıklar, yüzlerce tesbih çalıp otobüse boşalttılar. mahallenin dayısı yine nutkuna başladı:".mına koduğumun uşakları, trabzon'un şanına leke sürüyorsunuz, şampiyonluğumuza leke sürmeyelim uşaklar, getirin bakayım kolileri!" koliler geliyor herkese pay ediyor. benim kucağıma da dört-beş maymun, üç-beş tesbih, maskot atılıyor. arabanın önünde oturanlar, tekirdağ'dan geçilirken, mürefte yakınlarına sızıp bir şarap fabrikası soyulması planları yapıyor. şoför, anayoldan çıkmam diye diretiyor. bir bakkaldan on-onbeş şişe şarap çalınıp, iş tatlıya bağlanıyor. istanbul göründükçe, uykulu gözler açıldı, otobüsün tüm koltuklarını dehşet dolu bir pervasızlık sarmaya başladı. cepte beş kuruş olmadığı için, ilk durak, kapalıçarşı. yan tarafta mısır çarşısı'nda trabzonlu esnaf bulunuyor. sokakta iki saat süren bir tezahürat, paralar toplanıyor. hiç gerek yokken, döner tezgahından döner çıkartılıp grubun ortasına getiriliyor, dişleyenler, kopartanlar, sopalar, döner kılıçlarıyla çarşı birbirine giriyor. aklımızda iki acil program var, bayraklar ve fişekler.kutu kutu fişekleri alıyoruz. büyük bayraklar yeniden özenle büyük sopalara çekiliyor! galatasaray maçında trübünün önüne beş-altı büyük bayrak çıkartıyoruz, o günün fotoğraflarına bakın, ali sami yen bu büyüklükte bayrakları o gün görüyordu. polis saldırıya geçti tribüne. bizden bir kişi alıp, sekiz-on polis ayaklar altında dövüyor, sonra çeke çeke dışarı çıkartıyor. biz polise saldırıya geçiyoruz, içimizde ağzı burnu parçalanmayan kalmadı. polis demirkapıların arkasına saklanıyor, bir pundunu kollayıp tekrar saldırıyor. ve taktik olarak, tribünün arkasından yine tek bir kişi alıyor, yine tekmeler altında sürükleyerek dışarı çıkartıyor. polisle iki saat süren bir çatışma. tribünde bayrakları havalandıran çocuklar dışında hiç birimiz bir saniye olsun maça bakamıyoruz.kupayı galatasaray alıyor, dışarı çıktığımızda toplanıp, polis arabalarına saldırı, sonra galatasaraylı dövmek için sokak aralarına dağılıyoruz, yüzlerce mont, eşofman, sarı-kırmızılı bayrak topluyoruz. taksim meydanında taktik geliştirip, sarı-kırmızılı bayraklarla bağırıyoruz, bayragı gören cimbomlular keklik gibi düşüyor, tam zamanı deyip çocukları paramparça ediyoruz. tekrar gelen yok, tekrar sarı-kırmızılı bayrakları sallıyoruz, staddan yeni gelmekte olan cimbomluları tekrar tuzağa düşürüp... iyi cins, kalite üç-beş meşin mont yüzünden kafile içinde sert tartışmalar trabzon'a kadar sürdü! viyana kapılarından dönen osmanlı orduları gibi, istanbul'dan, "cumhurbaşkanlığı kupasında ananızı .ikeceğiz" deyip geri döndük. kafile ani bir kararla, beyoğlu'nun tüm arka sokaklarında o zamanlar zibil kadar çok, otel adı adında çalışan genelevlerine taşındı. giren çıkmıyor otellere. otobüsü kaldıramıyoruz. gecenin iki-üçüne kadar pavyonlardan gelecek çocukları bekliyoruz. toplamak için çocukların peşlerinden gidiyorum, otel odalarında gördüğüm sahneler, aile var, anlatamam. çocuklar karılarla sabahlamış ve para vermiyorlar, tüm otellerin pezevenkleri sokağa doluşmuş, otelden dışarı çıkamıyor bizimkiler, çocuklar pezevenklere saldırırken, "karı satılır mı ulan, kavatlar, orospu parasıyla ekmek yenir mi ?" diye saldırıya geçiyor, ayakkabıları, gömlekleri otelde kalmış.
ankara'da otobüs mola veriyor, tuvaletten döndüğümüzde otobüs kaçmış. parasız ankara'nın göbeğinde kalıyoruz. nerden para bulacağız diye turlarken, eski terminalden tandoğan'a, ordan beşevler'e kadar yürümüşüz, tam önüme beyaz bir güvercin düştü. elime alıp sevmeye başladım. kahveden bir adam yanıma koştu, "arkadaşım seksen lira veririm bana ver!", otobüs parası otuz lira, seksen, çok para. kuş parayla satılır mı, pirelendim, bunda bir iş var. bir daha geldi, "arkadaşım kandırıyor seni, bu kuş en az 150 lira eder!".. cebeci istasyonunun yanında 130 liraya beyaz güvercini sattık, terminale koşup, trabzon'a döndük.