sezonun ilk 6 maçında 2 galibiyet ve 4 beraberlik alan gençlerbirliği’nin eleştirilebilecek tek yanı, geçen sezonki “iştahlı” futbol yerine “yenilmemeyi” düşünen bir futbol oynamasıydı. sezon sonunda, özellikle djalma’nın gitmesi ve gelen oyuncuların, üzülmez’e göre “aynı kalitede” olmaması bu oyun farkını yaratıyordu. üzülmez’in ilk haftalarda sahaya sürdüğü 10 futbolcuyu sabit tutarak, sadece bir oyuncuyu ileri yönlü kullanmaya çalışması da kafasındaki “djalma”yı yaratma fikrinden ileri geliyordu. ama ne yaparsa yapsın bir türlü istediği verimi alamadı. hatta bu denemeler çoğu zaman, landel’in ya da khalili’nin ileride oynatılması gibi, tam tersi sonuçlar doğurdu.
7. hafta galatasaray’a karşı sergilenen oldukça kötü bir ilk yarının ardından, rakibin skoru koruma çabası nedeniyle geri çekilmesinin de bir sonucu olarak, ortaya koyulan iştahlı oyun “taşların yerine oturmaya başladığı” izlenimini veriyordu. rizespor maçında sahaya sürülen kadroyu televizyon ekranında gördüğümüzde, galatasaray maçının ikinci devresindeki gibi oyuna önde başlayıp bir an önce golü bulmaya çalışacağımızı düşünmüştük. oysa 45 dakika boyunca neredeyse doğru dürüst 3 pas bile yapamadık. ama bence asıl ürkütücü olan, özellikle altyapıdan gelen, futbolcuların agresif hareketleriydi. futbolcuların bu kadar sinir yapmalarının nedenlerinden biri hakem kararları olsa da, malumunuz 3 istanbul takımından biri olmadığımız için, sergilenen agresif tavırlar takıma yarardan çok zarar verdi. ilk yarının neredeyse hiçbir anında bile “takım” olmayı başaramadık!
ikinci yarı daha hareketli ve istekli bir takım vardı sahada. top tutuldu, daha pozitif oynandı, pozisyonlar üretildi hatta gol de atıldı ama ilkinde olduğu gibi ikincisinde de yapılan bireysel bir hata yüzünden sahadan yenilgiyle ayrılındı.
ibrahim üzülmez geçen sezon takımın başına geldiğinde, gençlerbirliği 17 maçta topladığı 13 puanla tarihini en kötü ilk yarı performansını sergilemişti. ben dahil birçok kişi tecrübesiz olduğu için hiçbir şey başaramayacağını düşünsek de üzülmez, futbolcular arasında yarattığı sinerji sayesinde takımın başında çıktığı ilk rize maçında sergilenen futbol ve kazanılan 3 puanla alkaralar’ın küllerinden yeniden doğmasını sağlamış ve sezon sonunda kulübü süper lig’de tutmayı başarmıştı.
normal bir kulüp, çok şüpheci olsa dahi, en azından ligde kalındıktan sonra teknik ekiple “takım” olup birlikte hareket eder. oysa takım olmak bir yana her iki taraf da, sezonun başından bu yana “kendi başına” hareket edip durdu. sahada alınan iyi sonuçlardan sonra bile bu “kendi başınalık” sonlanmadı aksine maç sonu yapılan açıklamalarla iyice derinleşti.
son iki haftada peş peşe alınan mağlubiyetlerden sonra gelinen noktada birçok kişi, gençlerbirliği yönetiminin yıllardır bizlere alıştırdığı gibi, teknik direktörle yolların ayrılıp “akıllardaki” isimlerden birini takımın başına getireceğini düşünüyor. üstüne üstlük cuma günü ligin en formda takımı olan beşiktaş’la oynanacak olunması da bu senaryoyu destekliyor.
oysa bu kulübün, yıllardır teknik direktörlerle mesafeli durarak, en ufak başarısızlıkta “sil baştan” yaparak ve sadece günü kurtarmayı hedefleyerek, yıllarını heba ettiği, futbolda başarılı olmak için de hem saha içinde, hem de saha dışında “takım” olması gerektiğini artık, ama lütfen, anlaması gerekiyor!
hem bir de şunu sormak gerek; rize maçında futbolcuların gereğinden fazla agresifleşmelerinde, her fırsatta çok sevdiklerini söyledikleri hocalarının, kötü bir sonucun ardından gönderilebilecek olmasının hiç mi etkisi yok?