tersten başlayalım; 2. yarı gençlerbirliği oldukça iştahlı bir oyun sergileyerek (maçın sonuna doğru yaşanan 2 kontra atağı bir kenara koyarsak) rakibine pozisyon vermeden birçok pozisyona girdi ama gole ulaşamadı. ilk yarı ise, ikinci 45 dakikadaki “önce gol” diyen oyuncuların yerinde “aman gol yemeyelim” diyen 11 oyuncu vardı sahada.
oysa ikinci yarı başındaki gibi, oyunun ilk dakikalarda önde basarak rakibi afallatarak bulunabilecek pozisyonlar, hem rakibin oyununu, hem de filmin son sahnesini değiştirebilirdi. ama ne yazık ki, bir haftadır arkadaşlar arasında konuştuğumuz gibi üzülmez, “önce savunma” diyerek oyuncuları sahaya sürmüştü. onlar da hocanın dediği gibi kalenin anahtarlarını rakibe teslim edip oyuna başladılar sonradan da kaleyi geri almak için didinip durdular… rakibin tecrübesi ve cüneyt çakır’ın avrupa’da yönettiği maçlara tezat sürekli oyunu yavaşlatmak için düdük çalması sonucunda kaleyi bir türlü geri alamadık.
stancu’nun uzun bir aradan sonra ileride tek adam olarak sahada yer almasına rağmen, ilk 6 maçta alkaraların en iyi oyuncusu olan serdar’ın gereksiz top kayıpları, son iki maçtır ileride oynayamadığını adeta haykıran khalili’nin bir kere daha ileride oynatılması, aydın’ın “yoğun” baskı altında tutulması ve landel’in fizikli rakip oyuncuların arasından topu ileriye taşıyacak fiziksel yeterliliğe sahip olmaması yüzünden ilk yarıda hiçbir pozisyon üretemedik. oysa takımdaki en teknik adam olan irfan’ın (ne olursa olsun) sahada yer alması pozisyon üretme yüzdemizi arttırabilirdi.
ikinci yarı rakibin oyunu geride kabullenmesi ve kırmızı-siyahlıların önde basarak rakiplerinin sahalarından çıkmalarını engellemesi, pozisyonları da beraberinde getirdi. üzülmez’in yenik durumdayken yaptığı ilk değişikliğin serdar - muriqi yerine khalili - muriqi ya da landel - muriqi olmasını bekliyorduk. çünkü serdar, önemli 2-3 top ezmiş olsa da soldan, özellikle hava toplarıyla, muriqi’yi besleyecek önemli adamlardan biriydi.
uzun lafın kısası; ilk yarıda “önce gol” diye sahaya çıksak en kötü maçı kaybederdik, ki sonuçta yine maçı kaybettik, ama en azından “rakipten bağımsız kendi oyunumuzu oynadık” diye güven ve moral kazanırdık, işte asıl o fırsatı kaçırdık!