mehmet yüce'nin, "romantik yürekler: futbol tarihimizin yeni devreleri: 1952-1992, türkiye futbol tarihi - üçüncü cilt" kitabından;
ilhan özgen anlatıyor:
- metin nerede? - bilmem, görmedim. - metin’i gördün mü? - ben de onu arıyorum...
düğün töreni, rutine uygun şekilde devam ederken, başaktörlerden damat metin, kalabalık arasında kaybolmuştu. telaşlı gelin gülay, harıl harıl damadı aramaya başladı. her yeri didik didik etti. kime sorsa aynı cevabı aldı. kimse metin’in nerede olduğunu bilmiyordu. biraz sonra kafasında şimşekler çaktı ve metin’in futbol tutkusunu hatırladı bir kez daha. muhakkak fenerbahçe’nin maçı vardı ve muhakkak onu izlemek için ortadan kaybolmuştu. düğünün yapıldığı bahçenin içindeki küçük sarı eve doğru ilerlemeye başladı, kapıyı açtı. coşkulu bir karşılama onu bekliyordu:
- gülay, sarı hüseyin attı! bordeaux’yu fransa’da yeniyoruz!
fenerbahçe sevdalısı metin, ülke futbol tarihinin en büyük avrupa başarılarından birini, amcasının oğluyla birlikte radyodan dinlemek adına düğünü bırakıp gitmişti. o gün fenerbahçe, tigana’lı giresse’li bordeaux’yu fransa’da 3-2 yenmiş, türkiye’deki maçta da 0-0’la turu geçmişti. avrupa’da tur atlamanın kaf dağı’nın doruklarından dahi uzak olduğu 1980’li yılların başındaki bu zafer, bizim damat gibi birçok futbolseverin hafızasına mıh gibi çakılmıştı âdeta. bu başarı, birkaç yıl sonra daha da üste çekilecek ve galatasaray, şampiyon kulüpler kupası’nda yarı finale çıkacaktı. metin ise coşkusundan bir şey kaybetmeden, ‘ezeli rakip’ sıfatı aklına dahi gelmeden prekazi’nin golünde havalara uçacaktı...
bugün, “futbolu niye bu kadar seviyorsun?” sorusuna verdiğim cevap olmuştur üst kısımda yazdıklarım. sevgili babam ve annemin, tamamıyla gerçek olan düğün anılarından bir yıl sonra, bu futbol sevdalısı adamın oğlu olarak dünyaya geldim. evet, fanatik bir fenerbahçeliydi ama aslında oyuna âşıktı. hattâ doğan ilk çocuğu bendeniz ile ilgili ilk temennisi de “büyüse de birlikte dünya kupası izlesek” olmuştu. bugün dillere pelesenk olan ‘futbol kültürü’ mefhumu henüz icat edilmemişti ama üzerine tezler yazmışçasına oyundan nasıl zevk alınacağını öğretti bana da. yıllar sonra trabzonspor’un aston villa, galatasaray’ın uefa zaferlerini birlikte kutladık. beşiktaş’ın rasim kara önderliğinde şampiyon olmasını gönülden istedik. 15 yaşımda “takım tutmak bana göre değil” diyip taraftarlığı bıraktığımda gıkı çıkmadı. bugün düşündüğümde “iyi ki futbolu ondan öğrenmişim” diyorum.
futbolu bu kadar ‘doğru’ seven adama ve onun tutkusuna büyük saygı duyan anneme bir kez daha teşekkürü borç bilirim...