ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
"çıldırıyom aabi!" bahtiyar yorulmaz
futbol oynadığı on beş yılda on beş kırmızı kart gördü, iki maçtan hesapladık diyelim... neredeyse bir sezonu tribünde geçirmiş. toplam 30 maç...
televizyonlarda delikanlılığın kitabı yeniden yazanlardan, tabancadan tüfekten geçilmesin, topçunun isyanına bas kırmızı kartı, bas kırmızı kartı... son zamanlarda beşiktaş'ın gariban arabına yazıldıydık futbolcusu, hakemi, yöneticisi, yorumcusuyla... noumadan söz ediyorum. oğlan daralıp da lamalar gibi tükürüp ona buna kafa atmaya kalkınca aforoza uğramış, her maç için potansiyel suçlu ilan edilmişti. o da kendini engizisyon mahkemesinde yargılayacakların ağzının suyunu akıtmıyor değildi hani... ama kimse sormadı nasılsın nicesin diye...
öyle ya kim kime durduk yerde kafa atar, tükürür? insanın telinin attığı durumlar giderek çoğalıyor. bizim deli oğlanların damarı da kabarıyor tabii. böyle toplam bir durum yok ama delilik hallerinin tarihi bizde biraz eskiye dayanıyor aslında... ama işin içinde "zeki, çevik ve akıllı olmak var!" "var"... dedi bahtiyar bir heyecanla: "atatürk'ü seviyoz ama bu sadık deda çekilir gibi değildi... gerçi cumhurbaşkanı gelse çıldırıyom aabi!" bahtiyar aklıma şöyle bir şey getirdi. bu işi ombudsman çözsün. bizim delilik hallerimizin ombudsmanı olsun. akıllı ne kadar durumuz var ki zaten. bir ara '"baba"nın yaptığı bu öneri de bir zemine oturur böylece...
deliliğe övgü
bizim erasmus'u tanıyanımız çoktur. ben tanırım en azından. bir ara 'deliliğe övgü'süne takmıştım. el altı kitabımdı. yani alışığım bu delilik işine... çarşamba'da sinemacı ertuğrul kasabadaki bütün delileri yıldız sineması'nın önüne toplar onlarla sohbet ederdi. bütün "delilerin" teatral bir durumu vardı aslında. hem giysilerinde hem de tavırlarında taşıdıkları bir teatrallık bu. 'okurcan' dağlara sevdalıydı. o taraflardan gelenler olmazdı ki "okurcan caniklere vurmuş gene gidiyor!" demesin. öyleydi okurcan. elini silaha benzetir "daalara, daalaraa!" diye bağırır sonra "took! took!" diye basardı elindeki hayali tabancanın tetiğine... delü aamet'te yanına yanaşanlardan kaçmak için "anneeee!" diye bağırırdı incecik sesiyle. bir cigara aldığında susardı. annesini kaybetmiş en ihtiyacı olduğu dönemlerde. yetersiz beslenmeden kayışı koparmış. bunun gibi bir nice "deli" ya da "delilik" macerası var bizim oraların...
bizim deliliğimiz bu topraklara özgü bir muziplik hali aslında. bahtiyar da bütün deliliklerdeki hoşluğun efe hali, horoz hali... yıl 1981. eskişehir-fenerbahçe maçındayız penaltı noktasındaki topun başında bahtiyar. önce es es'lerin tarzan bilal'i, sonra da kaptan ismail çalışmayla başlıyor bahtiyara'a... bizim oğlanın gözünde gittikçe küçülüyor kale... geri çekiliyor - geri çekilmek bir erdemdir! alpaslan yetişiyor imdadına ve vuruşu filelerle buluşuyor: 1-0. durum böyleyken deda yazılıyor bu sefer: "ayağını çizgiye bastın. atış tekrarlanır!" ve bu ihlal dolayısıyla sarı kart: "çizgiden içeri girdin ya lan! kart göreceğini bilmiyor musun?"
gerçi bir ihlal varsa bahtiyar'ın hemen önündeki osman'ın (denizci) ama bahtiyar -delikanlılık var şimdi- ne desin? yukarıdaki söz de deda'nın ağzından çıkar çıkmasına... bahtiyar o sözlerin uygun yerlere eşit miktarda dağıtılması için bir girişim içine sokmak ister kendini ama bir yandan da ''efendiliğini!" korumak gayreti içinde: "benle lanlı lunlu konuşma hoca!" yollu birşeyler söyler. ama damar kabartacak her durum deda'da mevcut. yok tozluklarını çek, yok bakışın kötü, yok duruşun bozuk... seyirci bir yandan dolmuş durumunu yaratır sahada: "i.ne sadık yeter artık!"
deda'nın uyuzlukları
bir yandan deda'nın "uyuzlukları" devam eder... "yeter lan!" der bizim oğlan: "atacaksan at!" asılır bağrına "caaart!", sarısı bir yana laciverti bir yana ayrılır formanın. forma bu, boru değil. bir kulübün renklerinin temsilcisi, namusu, onuru... böyle bir durum ya da. forma yırtmak suçundan fenerbahçe büyük ceza vermek istemindedir bahtiyar'a. "getirin videoyu izleyin. hoca bana taktı bir kere!" bahtiyar'ın inlemeleri işe yarar. "dooru söylemiş bizim oğlan!" der idarecileri... ertesi hafta fenerbahçe stadı inlemektedir: "bahtiyar buraya! yumruk havaya!" bu çılgınlıkların bir nedeni kazanma hırsı: "büyüklerime söz veriyom, taam aabi diyom, ama onbeşinci dakikadan sonra çıldırıyom aabi! cumhurbaşkanı gelse unutuyom. bu insanın yapısı. buna karar verdim ama. benim gibisi olamaz."
metin oktay gibi
14-15 yaş... genç milli takım... oradan da annesinin memleketi eskişehirspor'a transfer oldu. o yıllarda eskişehir bozkırın yüz akı. bahtiyar gencecik ama enderli, k.burhan-lı, ısmailli es-es kadrosu sallıyor ligi. önünde fenerbahçeli cemil var gol krallığı sıralamasında... iş bilir begiter satar bursaspor a bahtiyar'ı. bahtiyar eskişehir için bir marka ama begiter bir tek şeyi düşünüyor o zamanlar; bir koyup üç almak. bire aldığı bahtiyar'ı üçe satar. kârdadır böylece...
bursaspor'da antrenör ünlü abdullah gegiç. efsanevi gegiç. yugoslav hoca o yıllarda çıkktımı havada asılı kalıp kafayı mermi gibi çakan santrafor yarattı bahtiyar'dan. o günlerde bahtiyar için metin oktay'dan sonra gelen en iyi kafa golcüsü deniyordu.
bursa-eskişehir rekabeti, hele ki bu rekabetin 70'li yılları o yörede hatıralardadır hâlâ... 1974-75 sezonu iki takım da dördüncü olup, uefa'ya katılmak düşüncesinin heyecanıyla hazırlanırlar birbirleriyle yapacakları maça. hatta eskişehir'de bursaspor'u yen de düş istersen havası var. bayraklar, flamalar, hoparlörden marşlar.. bir nümayiş gidiyor iki kentte de. sahaya çıkıyor iki takım. genç bahtiyar pırıl pırıl ama seyircide bir kirlilik var futbolcuyla rabıta açısından: "seyirci benimle uğraşıyor. ben de içimden bir gol atayım ve göstereyim şunlara diyorum!" bahtiyar tam bunları düşünürken önündeki topa çok iyi bir vole çakıyor ve eskişehir ikinci golünü kazanıyor. bizim oğlana ne olduysa bu golden sonra oluyor. kopuyor kendisini tutmak isteyen arkadaşlarının arasından ve pırıl pırıl yerlerini gösteriyor bursa tribünlerine...
kaderin cilvesi işte. daha sonra milli takım'dan kamp arkadaşı sedat 3'ün aracılığıyla bursaspor'a transfer oldu. bursaspor o dönemdeki gol sorununu böyle "agresif" bir santrforla çözecek: "benle çözecek ama daha önce bursa'da yaptıktarımı düşünüyorum ben!" bursasporlular sezon açılışında iyi(!) hazırlıklarla beklerler bahtiyar'ı. stadyumda bovdan boya yeşil-beyaz bir pankart korkulannı boşa çıkarır. "bahtiyar gelecek a... s..cek!" bahtiyar derin bir oh çeker. karşı lakımın taraftarlarının anneleriyle rabıtayı bahtiyar üzerinden kuracak olanlar(!) bursaspor'un sağlam taraftar gruplarından: "biz de dolmuşa(!) fazla biniyorduk herhalde. hakemlerle konuşmalarım yüzünden sürekli oyundan atılmaya başlamıştım!" bir boluspor maçı... bu kez yusuf namoğlu (şimdiki beşiktaş belediye başkanı)'nun gadrine uğruyor. ayağındaki nasıra basan libero nuri'ye geçiriyor dirseği. nuri'nin dişleri eline dökülüyor resmen. maçtan sonra da nuri'nin ön dişlerini en iyi cins porselenden yaptırıyor. masrafları da o karşılıyor tabii.
"oyniicam aabi!"
"bana para mara vermesinler ben top oynicam aabi. ilk on birde sahaya çıkartcekler. hayatımda kulübede oturmadım. bak enteresan bir anımı anlatayım. stankoviç fener'deyken bana oyuna bir dakika kala gir dedi ben de sen gir daha iyi oynarsın dedim!" böyle durumlar olmuyor değil. tugay'da milli takımlar avrupa şampiyonası'nda kendisini zamansız oyundan alan denizli'nin üstüne atmıştı tekmeliklerini. baliç'te bir yakın arıza halidir fenerbahçe için. daha önce abdülkerim vardı. o da en az bahtiyar kadar arıza bir adamdı. iyi topçuydu ama. sonra schumacher geldi. elin alman'ı da bula bula fenerbahçe'yi bulduydu sıkıntı yaratmak için. ama allah için en iyi kalecilerden biriydi gördüğümüz.
ertesi yıl denizlispor'da başlıyor macera. fenerbahçe'nin efsanevi kalecisi romen datcu denizlispor'un antrenörü. onda da bir bahtiyar düşkünlüğü(l) var ki evlere şenlik.
deda
deda konseptinde bir düşkünlük: "adam bizi arkadan vurdu. ne içkimi bıraktı ne kumarımı! hem de böyle bir şey yokken" ipler iyice geriliyor bir gün datcu basıyor yumruğu bahtıyar'a: "bana vurdu. ben de aldım elime kramponumu kafasına kafasına allah ne verdiyse! şimdi ben mi suçluyum o mu? herkes üstüme geliyordu kardeşim. bir ara da sergen'in üstüne gidiyordu millet. n'apcak adam tek başına? takıma bakmak lazım. oğuz'la aykut çok kötü oldukları için mi atıldılar takımdan?" hayır ilahlar öyle istediği için diye tamamlıyorum bahtiyar'ı. hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa diyerekten.
aslında o oyuncusundan idarecisine, taraftarından medyasını bir dolmuş kültürünün parçası - aah ah tahlilin de böylesi. belki insanda delilik durumu doğuştan da varolabilir ama bizim toprağımızın bir insanda deliliğin ortaya çıkmasındaki derin katkısını göz ardı etmeyelim ve bahtiyar'ın faturasına bir bakalım: "bir forma yırtığı, nuri'nin ön dişleri, datcu'nun yanlan kafası, stankoviç'e verilen tarihsel ders, on beş yılda on beş kırmızı kart..."