öğle yemeğinin ardından arabaya atladık ve gezinin benim açımdan en özel planlarından biri olan ıfk göteborg ile jönköpings sodra ıf arasında oynanacak olan maçı izlemek için göteborg’a doğru ilerlemeye başladık.
68 km sonra gamla ullevi’nin yakınlarındaki park yerine doğru ilerlerken şükrü, üzerinde anlık olarak uygun park yeri sayısının yazılı olduğu dijital tabelayı gösteriyordu! “iskandinavya’dayız” dedim!
arabayı park edip stada doğru yürürken ulleviler hakkında bilgiler alıyordum. ullevi adı aslında iki kelimenin birleşimi. iskandinav mitolojisinde thor ve sif'in oğlu olan ve ydal'de yaşayan av, okçuluk ve oyun tanrısı ullr’dan türetilen ulle ve isveççede yer isimlerini tamamlamak için kullanılan “vi” kelimesinin birleşiminden oluşan ullevi’nin anlamı “oyun tanrısının (ulle’nin) mabedi”.
alanda birbirine yakın 2 tane stadyum bulunuyor. bunlardan biri 1958’deki dünya kupası için inşa edilmiş olan ve aynı zamanda “yeni ullevi” anlamına gelen “nya ullevi” de denilen 45 bin kişilik ullevi stadyumu. (paniğe gerek yok; açıklayacağım!)
gitmekte olduğumuz stadyum 2009’da açılmasına rağmen adı “eski ullevi” anlamına gelen gamla ullevi. çünkü bu stadyumun bulunduğu yerde daha önce şehrin en eski stadyumu olan ve 1916’da açılışı yapılan, 1958’e kadar ullevi ve sonrasında “eski” gamla ullevi adını alan 15-18 bin kapasiteli stadyum yer alıyormuş. o yapı yıkılıp yerine 18 bin 416 kişilik yeni bir stadyum yapılmış ve isim olarak da yeni olmasına rağmen “eski” sıfatı eklenerek gamla ullevi olarak adlandırılmasına karar verilmiş. planlanan maliyetinin yaklaşık 2 katına tamamlandığı için çok fazla tartışma konusu edilen ve “eski model” diye eleştirilen stadyumu şu anda ıfk göteborg, gaıs, örgryte ıs ve isveç ulusal kadın milli takımı kullanıyor.
stadın yanına geldiğimizde maçın başlamasına 40 dakika ve gişelerin önünde de uzunca bir kuyruk vardı.
stefan, “maraton” tribünün 2. katının en üstten ikinci sırasında yer alan ve tam orta çizgi hizasında bulunan nefis konumdaki biletlerimizi sarın aldı ve giriş kapısına doğru yürümeye başladık.
yurtdışında ilk kez maça girerken arama yapılmasına şahit oluyordum ama muhtemelen bunun sebebi son aylarda avrupa’da birbiri ardına yaşanan, teröristlerin bombalama eylemleriydi.
kale arkası ile maraton tribünü, arasında giriş yaptıktan sonra hemen ilk iş olarak giriş katından stadyuma baktım ve bir fotoğraf çektim.
aslında göran, leyla abla ve stefan, ıfk’dan 10 yıl daha önce kurulmuş olan ve 2013’den beri bir alt ligde yer alan bir başka göteborg takımı; gaıs’in taraftarıydılar. futbolla pek hoşlaşmasa da şükrü (daha sonra neler yaşayacağımızdan habersiz olarak) maça gelirken üzerine bir gaıs tişörtü geçirmişti. stefan ise benim giydiğim gençlerbirliği formasıyla uyumlu olması için bir ac milan forması giyiyordu.
tribündeki yerimizi doğru ilerlerken birçok kişinin elinde bulunan yeşil atkıları görünce aklımdan “gaıs taraftarları da geliyor maç demek ki!” diye geçiriyordum.
280 kronluk (98,5 tl) biletimizin üzerinde yer alan koltuk numarasına ulaştığımızda, tıpkı twente’nin de grolsh veste stadındaki gibi ( http://www.mehmetalicetin...brugge-amsterdam-bolum-1/) herkesin satın aldığı koltuğa oturduğunu fark ediyordum.
tribünleri ve stadın ayrıntılarını göz hapsine tuttuktan bir süre süre sonra maç başladı. kale arkalarında yer alan ekranlarda maç canlı olarak yayınlanıyordu.
1954’den bu yana ilk kez allsvenskan’a yükselmeyi başaran jönköpings, ıfk’ya göre oldukça hafif bir rakipti ve bu yüzden mavi-beyazlıların rahat bir galibiyet almaları bekleniyordu.
ilk yarıda göteborg oldukça iyi organize olan bir takım görüntüsündeydi. buna karşılık yeşiller sadece defans yapmaya çalışıyorlardı. 13’de mads albaek’in ceza alanı dışında çektiği şutun rakip oyuncuya çarpıp kaleciyi kontrpiyede bırakmasıyla tribünde büyük bir alkış ve sevinç çığlıkları yükseldi. golün tekrarını ekrandan izlemek de pek güzeldi doğrusu.
golden sonra “maç bitti” diye aklımdan geçiriyordum ki, gerilerden ileriye şişirilen bir topla, iki jönköpings’li oyuncu kaleci ile karşı karşıya kaldılar ve golü filelere gönderdiler. işte o an tam önümüzde oturan 3 kız havaya fırlayıp çılgınca bağırmaya ve alkışlamaya başladılar. evet, tribünde gördüğüm yeşil atkılılar gaıs değil jönköpings taraftarlarıydı! bulunduğumuz tribündeki ıfk’lılardan kimse dönüp kızlara bakmadı bile! “iskandinavya’dayız!” dedim.
hava oldukça güneşliydi ve zemin çok güzel görünüyordu. bir ara su molası için maç durduğunda göran bana dönüp, “ilk kez burada su molası verildiğini görüyorum” dedi. kuzeyde olduğumuz için “daha önce hiç görülmemiş bir sıcaklıkta oynanıyor maç herhalde!” dedim güldüm.
golden sonra bir kere daha maçın başındaki oyunu izlemeye başladık. maviler bastırıyor, yeşiller ise ful defans yapıyorlardı. 33’de şansına bir gol atan mads albaek, benzer bir yerde topu bir kere daha önüne aldı ve bu sefer nefis bir şutla takımını yeniden öne geçiren golü attı.
maç sırasında 4 numaralı savunma oyuncusu haitam aleesami ve 1.67’lik boyuyla, bulunduğum yerden uzak doğuluya benzeyen ama stadyuma girerken dağıtılan maç programından kontrol edince isveçli olduğunu öğrendiğim patrik karlsson lagemyr dikkatimi çekiyordu.
devre arasında şükrü ile stadyumu dolaşmaya başladığımızda bana birçok taraftarın üstündeki gaıs tişörtüne baktığını ve isveççe bir şeyler söylediğini anlatıyordu.
ilk durağımız bir alt katta yer alan çocuk tribünüydü. görüş açısı ve ufaklıklar oldukça güzel görünüyorlardı. bir süre bakınıp birkaç foto çekindikten sonra yeniden üst kata çıktık. büfelerin ve tuvaletlerin bulunduğu dış koridorda bir süre pinekledikten ve taraftarları ve ortamı inceledikten sonra tribündeki yerimize geri döndük. çok büyük olmayan stadyum benim açımdan “kutu” gibiydi. “bir gün gençlerbirliği’nin de böyle bir stadı olsa keşke. amin!” diye geçirdim içimden!
ikinci yarının ilk dakikalarından itibaren ıfk oyunu rölantiye alırken, jönköpings’liler rakiplerini zorlayacak neredeyse hiçbir silahı yoktu. bu yüzden maçın ikinci devresi oldukça vasat ve can sıkıcı geçti.
bitiş düdüğünün ardından ıfk’lı futbolcular ilk olarak topluca kale arkası tribününün önüne gidip yere oturdular. bir süre sessizliğin ardından tribün hararetli bir şekilde tezahürata başladı ve o an tüm futbolcular ayağa fırlayıp oynamaya başladılar! bu sevinç gösterisi, bizdeki maç sonu üçlüsünün iskandinav versiyonuydu herhalde. daha sonra futbolcular el ele tüm tribünleri dolaşarak, her birinin önünde durup, eğilerek seyircileri selamladılar.
maç bittikten sonra çıkışa doğru ilerlerken siyahi bir eleman şükrü’ye isveççe bir şeyler söylemeye başladı. o da anlamadığını ve türkiye’den geldiğini söyleyince eleman ingilizce konuşmaya başladı ve “yanlış maçtasın!” diyerek gülümsedi. ardından “benim için sorun yok ama ıfk’lıların en nefret ettiği takımın tişörtünü giyiyorsun. etrafta çok salak var dikkat et!” diye ekledi. şükrü gülümseyerek siyahi elemanın yanındaki arkadaşına “sende mi nefret ediyorsun?” diye sordu. adam, “ben futbolu ve herkesi gerçekten çok seviyorum. benim için hiç sorun değil ama yine de yanlış tişört!” dedi kahkahayı bastı.
stadın çıkışında fotoğraf çektirdikten sonra da bize doğru yürüyen birçok taraftar elleriyle şükrü’yü işaret ediyorlardı. sonunda dayanamayıp, “ulan şükrü, birkaç kişiyle muhabbet ederim diye gençlerbirliği forması giydim. gaıs tişörtü giyerek tüm havamı perdeledin!” diyerek kahkaha attım.
kalabalıktan uzaklaşırken her yaş grubundan kadın, erkek ve çocuk taraftarları görmek gerçekten çok ama çok hoşuma gidiyordu. tıpkı twente maçındaki gibi insanların futbol maçlarını bir sosyal etkinlik olarak görüp yaşadıklarına şahit olmak gerçekten muhteşemdi!