umut bulut’un babası, emel uzun 16 mart 2016 | birikimdergisi.com
ı.
son beş ayda üç patlama oldu bu şehirde. o kadar çok kayba ağladık, o kadar korktuk, o kadar çok endişelendik ki artık yerimiz kalmadı. ödümüz kopuyor bir kez daha canımız yanacak, yine canlar kaybedeceğiz diye. acı o kadar çoğaldı ki, korku duygusu sinik, yerleşik bir şey haline geldi zihnimizde. endişe şekil değiştirdi, günün tamamına yerleşti. kendini ya aşırı duyarlılıkla ya da aşırı boş vermişlikle gösteriyor. ankara köy oldu sanki, herkes birbirini tanıyor. her patlamadan sonra kurbanları ya tanıyor ya da tanıyan birini tanıyor olduk. hep yitenler konuşuluyor sohbetlerde. herkes acının bir yerinden tutmaya çalışır gibi, patlama esnasında nerede olduğunu anlatıyor her seferinde etrafındakilere. nasıl da orada olmaktan kıl payı kurtulduğumuzla ilgili hikâyelerimiz var. hiç önemli değil hayatta kalanların o an ne yaptığı, biliyoruz, ama yine de anlatıyoruz işte birbirimize. tehdit altında hissetme hissi böyle tezahür ediyor galiba bünyelerde. eğlenmek ayıp, yiten canlar yazık, geride kalanlar bitik bu şehirde artık.
ıı.
güzel bir sonbahar sabahı. aynı bölümden arkadaşımla buluşmuşuz sabah körü güvenpark’ta, bilmem nereye birlikte gitmek için. arkadaşım daha erken varmış olacak ki güvenpark’a, bilen bilir, köşedeki pastaneyle, yandaki çorapçı-çamarşırcının orta yerinde eski küçük bir pastane vardır; oraya bir çaylık oturmuş. ben de varınca yanına gittim. hava ılık, güneş de vuruyor, etraf kalabalık…
sigara pahalı, bir de daha zararlı olduğuna inandığımdan tütün sarıp içtiğim bir ara. ben çayın yanına çıkarınca tütünü, filtreyi, kâğıdı ortaya, yan masadan iki amca bize dikkat kesildi. bir süre izlediler benim tütünü sarışımı. sonra biri seslendi, “kızım nerenin tütünü o?” diye. ben de “ingiliz tütünü amca,” dedim. “o güzel olmaz, bak ben sana bundan sarıp vereyim, bu daha iyi,” dedi. o amcaya değil de yanındaki amcanın yüzündeki gülümsemeyi de hesaba katarak direnmeyi bıraktım ve amcanın benim için sardığı sigarayı aldım. ben de ona bir ingiliz tütünü sardım. değiş tokuş bitti, o benim verdiğimi beğenmedi, ben onun verdiğini bir kereden fazla çekemedim. adıyaman tütünüymüş onunki. “bu bana ağır amca,” dedim. o bozuldu döndü sırtını bize.
yanındaki güler yüzlü amca tutuştu bu kez bizimle sohbete. oradan buradan konuşurken, birden cüzdanına davrandı. içine bir vesikalık yerleştirmiş. “tanır mısın bunu?” dedi. ben de tuhaf bularak ve tabii ki tanımadığımı söylemeye yeltenmişken, tanıdım vesikalıktakini. arkadaşım, “yok,” dedi peşinen. ben, “tanıyorum, galatasaraylı umut değil mi bu?” dedim. “işte ben onun babasıyım,” dedi. “ben umut bulut’un babasıyım,” dedi. öyle güzel gülümsedi ki, sanırım evladıyla gurur duymak böyle bir şey diye geçirmiştim içimden.
ııı.
gençlerbirliği-galatasaray maçı vardı bu pazar, hava da güzeldi. tribünde maçı izlerken umut bulut’u fark ettiğimde babası geldi aklıma. buradadır şimdi, ne mutlu izliyordur maçı diye geçmişti aklımdan. ne mutlu gün oğlunu bunca seven, gurur duyan bir baba için. oradaymış. izlemiş maçı. oğlunu da görmüş maçtan önce. ama maç sonrasında beklememiş. fazlaca geçirmişim kemal amca’yı içimden. hayra yormamak lazımmış.
ıv.
çok insan kaybettik ve yetkili ağızların kolayca söylediği üzere, daha da kaybetmeye devam edecek, bununla yaşamaya alışacakmışız. ateş düştüğü yeri yakarmış. ateşin düştüğü yer çok büyüdü. her yer ateş oldu, herkes birini kaybetti, ya da her an, kendinden çok, en yakınını kaybederim diye yüreği pır pır geziyor artık bu şehirde. nasıl olur da “çok kalabalıklarda dolaşmadan yaşamaya devam edebiliriz”in planları var hep kafalarda.
şehir büyük, nüfus fazla ama dedim ya, hep birbirimize değerek yaşıyormuşuz yine de. kaybedince bir bir yakınlıklar, bağlantılar, tesadüfler, karşılaşmalar çıkıyor ortaya. herkes kendine yasını tutacak birini arıyor. herkesin yası bir anda tutulmuyor çünkü. acının ortalaması alındığı zaman elde bir şey kalmıyor.
ben de geçen pazar hayatıma değen bir sevdiğimi kaybettim. kendini umut bulut’un babası diye tanıtan güler yüzlü amcayı kaybettim. “umut bulut’un babasını” kaybettim. hiç suçu yoktu, o gün mutluydu, hava da güzeldi. ben de ailesiyle birlikte onun yasını tutuyorum artık.