mehmet özdilek, bir önceki hafta kayserispor maçını kazanan takımın ilk 11’ine göre irfan can’ın yerine martin spelmann’ı ve tomic yerine de djalma’yı sahaya sürmüştü.
alkaralar, ilk yarıda özellikle stancu - el kabir ve djalma ile etkili olmaya çalıştılar. galatasaray ise genel olarak uzaktan şutlarla kaleyi yokluyordu. stancu’nun nefis plasesinin direğin dibinden dönmesi ve djalma’nın bomboş pozisyonda topu dışarı atması, kongre için belek’te bulunduğumuz otel odasında maçı izleyen bizler için oldukça can sıkıcıydı. neyse ki ilerleyen dakikalarda, djalma’nın derinlemesine nefis pasını alan el kabir’in muslera’yı çalımlayıp attığı golle havalara uçtuk. ilk 45’de takım zaman zaman aksasa da bekleneni fazlasıyla vermişti.
devre arasında aklımda, rakibin ilk 15 dakikadaki olası baskısını bir şekilde aşmamız gerektiği vardı. fakat eski futbolcularımızdan yasin’in devre başlar başlamaz sağ kanadımızı perişan etmeye başlaması, tehlike çanlarının çaldığını gösteriyordu. ve 4 dakikada yenilen 2 gol, ilk 45 dakikadaki olumlu rüzgârları tamamen tersine döndürdü.
peş peşe yediğimiz goller, ilk yarıda bol bol hata yapan ve oyun kuramayan sarı - kırmızılıların rahatlamasını sağladı. 68’de yasin’in hopf’un beşikleri arasından geçip fileleri bulan şutu, kırmızı - siyahlılar için maçın bittiğinin habercisiydi.
bugün bir kere daha, ileri uçtaki hızlı ve savaşçı oyuncular sayesinde, bir şekilde gol atabileceğimizi ama doğa gibi bir “süpürücü” oyuncu sahada olmayınca, rakip ataklarını bozamayacağımızı, top tutamayacağımızı ve baskı yediğimiz anlarda oldukça basit hatalar yapıp goller yiyebileceğimiz gözler önüne serildi.