ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
fenerbahçe-malatyaspor maçının 26. dakikası... uzun bir top atılıyor malatyaspor savunmasının arkasına... hem uzun hem hızlı... top, aut çizgisine doğru menzili belli seyrini sürdürürken, fenerbahçeli oyunculardan biri sağ kanattan inanılmaz bir depar atıyor meşin yuvarlağa yetişebilmek için... yakalamasına olanak yok aslında... bunu en sıradan izleyici bile oturduğu yerden anlayabildiğine göre, tecrübeli bir futbolcu enerjisini boşuna harcadığını bilmez mi?
beklenen oluyor... top dışarı yuvarlanıyor... fatih akyel'in onun peşinden bir yel gibi esmesi işe yaramıyor...
ama 'çiçeği burnunda fenerli' yerine dönerken, bu beyhude koşusundan ötürü hatırı sayılır bir alkış alıyor tribünlerden... amacı da buydu galiba...
önce biraz kızıyorum fatih'in bu işgüzarlığına... tribünlere oynayanları oldum olası sevmem zaten... sonra elimde olmadan maçı bırakıp fatih'i düşünmeye, onun sarı-lacivertli formayı giydiği günden beri yaptıklarını belleğimde sıraya dizmeye çalışıyorum. mesela, fenerbahçe-galatasaray maçında, şerhat-batista-hasan şaş arasındaki teatral itiş kakış başlamışken, eski kaptanı bülent korkmazla ağız dalaşma girip, ortalığı yangın yerine çevirme çabalan (neticede başarılı olduğu da söylenebilir)... kızgın bir boğa gibi sağa sola saldırmasını maçtan sonra "ama bana küfür etti" diyerek aklamaya çalışması... sıradan bir soyunma odası muhabbetinde futbolcu başına düşen ortalama küfür sayısının dakikada beş olduğunu ve bu küfürlere hep gülünüp geçildiğini bilen bizlerin fatih'in bu gerekçesini 'yememiz'...
örnekleri çoğalttıkça, fatih'in ne yapıp yapıp kendini fenerbahçe tribünlerine sevdirme, sevdiremese bile kabul ettirme çabası gün gibi ortaya çıkıyor. 'fenerbahçeli fatih' olmaya çalışıyor o... eski mahallesini çoktan terk etti ama yine de pek güvenilir biri değil henüz... çünkü galatasaray'da oynarken, bir maç çıkışında kendisine dil uzatan fenerbahçeli taraftarların üzerine saldırmıştı. o yüzden fenerbahçe camiasında onun transferine karşı çıkanlar oldu. fatih şimdi bu tatsız anıları gömmek, o görüntülerin üzerine 'fedakârca mücadele-forma aşkı-hırçınlık-bir tutam da delikanlılıktan oluşan bir şal örtmek zorunda.
göstermelik de olsa...
fatih, gurbetin soğuk yüzünü gördü geçen yıl... ortalama bir türk genci olarak yetişip, bol para-lüks hayat hayalleri kurarak gittiği mallorca'da yaşamın ne kadar kıyısında kaldığım anladı (bir ispanyol gazeteci onun için "iyi futbolcu ama türkçe dışında tek kelime bilmiyor. öğrenmeye niyeti de yok. takım arkadaşlarının hiçbiriyle ilişki kuramıyor. uzaylı gibi" yorumunu yapmıştı). "parası da batsın, malloca'sı da!" deyip yeniden istanbul'a dönmesi pek uzun sürmedi.
benzerini, çok 'yırttık' gibi'görünmeye çalışan ama en az fatih kadar içine dönük arif abisi de yaşamıştı. onun farkı, dönüşünde karşı kampa geçmesi oldu. şimdi fena halde sığınmaya ihtiyacı var fatih'in.
evinden, okulundan, arkadaşlarından ayrıldığında elini nereye koyacağını şaşıran pek çok türk genci gibi... televizyon kameralarını ve mikrofonları görünce gerginleşen çene kasları, bir özgüven ifadesiyle sıvamaya çalıştığı köşeli yüzü, milli futbolcunun bu ihtiyacını açığa vuruyor. ve bu ihtiyaçla, auta gideceği belli olan topun peşinden de koşuyor, tribünden aferin almak için kavga da çıkartıyor...
spor gazeteciliğine başladığım yıllarda, futbolcuların tamamının röportaj için randevularına bir arkadaşlarıyla gelmeleri dikkatimi çekmişti. kiminin yanında 'mahalleden bir abi' oluyordu, kiminin yanında en sevdiği çocukluk arkadaşı... o sıralar sıkça konuşma fırsatı bulduğum beşiktaş antrenörü gordon milne'e sordum bunun sebebini... "sen onlar için dışarıdan birisin" dedi, "farklı bir kültürdensin, üstelik soru soruyorsun. bu yüzden tek başlarına rahat hissedemezler senin yanında. birinden güç almaları lazım."
fatih akyel, o kadar yalnız ki fenerbahçe savunmasının sağ kanadında...