ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
televizyonun karşısına geçtik, heyecanla maç saatini bekliyoruz... atilla gökçe, zeki çol, münir bağrıaçık, ben ve ev sahibi mehmet çiftçi... istanbul'dan kilometrelerce uzakta, barselona'da galatasaray-sturm graz maçını izleme ayrıcalığına kavuşmuşuz, mehmet sağolsun... odaya şöyle bir bakıyorum, hepimizin yüzünde bu "özel" saatlerin keyfinden ziyade, endişenin parmak izleri var.
maçın başlama düdügüyle birlikte emre belözoglu'nun ilk onbirde yer aldığını fark ediyoruz. buruşan yüzlerimizin kelimelerle ifadesi zeki çol'un ağzından dökülüyor: "bu çocuk bu gece kırmızı kart görebilir."
antrenörlerin ve yöneticilerin, yıllardır birlikte yaşadıkları gencecik bir insanın son günlerde omuzlarına binen tonlarca ağırlıktan hiç habersizmiş gibi davranması affedilir gibi değil. hani nerede profesyonellik, dilimize pelesenk ettiğimiz o meşhur kavram? profesyonellik, önce işini iyi bilmek değil mi?
dakikalar ilerledikçe maçın sinir katsayısı yükseliyor. sahadan tribüne yansıyan gerilim, ali sami yen'den kalkıp, ta akdeniz'in öbür ucundaki küçücük adaya, bize kadar ulaşıyor. hele ki, graz'ın beraberlik golünden sonra... nikotinmanların tütün ihtiyacı kabarıyor, tırnaklar kemiriliyor, parmak uçlarımız üşüyor... kanımız mı çekiliyor, ne? kameralar, tribünlerde gezindiğinde gördüklerimiz de içaçıcı sayılmaz. 25 bin kişinin oynadığı bir korku filminin içine düşmüş gibiyiz.
gecenin sonunda galatasaray, yıllardır hasretini çektiği bir adımı atmış olmasına karşın, ağız tadıyla sevinemiyoruz (bunda, emre'nin gördüğü kırmızı kartın ve maçın son dakikasında ortaya çıkan spor adına yüz kızartıcı manzaranın da payı var). saatlerdir süren gerginlik, maçı bitiren düdükle bir çırpıda coşkuya dönüşemiyor elbet.
* * *
çok değil, 24 saat sonra benzeri koşullarda barcelona var sahada... yaklaşık 60 bin taraftarının önünde beşiktaş'tan istediği galibiyeti alıyor ama, bu sonuç bile şampiyonlar lig'ine devam etmesi için yeterli değil. 100 milyon doları aşkın maliyetiyle dünyanın en pahalı takımlarından biri olan barcelona, dramatik bir şekilde veda ediyor avrupa'nın en büyük futbol organizasyonuna. katalanlar'ın ulusal gururu şampiyonlar ligi'nden düşüyor. ancak nou camp'ın tribünlerinde en küçük bir gerilim ya da protesto yok. sonlara doğru turdan ümidini kesenler, sessizce terkediyor stadı, o kadar... kalanlar, kulaklarında transistorlu radyolarla, bir müjde bekliyor milano'dan. hepsi üzgün... düşkırıklığı içinde... bütün bunlar, içlerindeki gerçek spor sevgisini yok edemiyor. nereden mi çıkarıyorum? muhtemelen gözünüzden kaçmıştır, oyunun son dakikasında beşiktaş kalecisi fevzi, kendisine verilen bir pası ileri vurmaya çalışırken, sakatlandı. bir müddet yerde kıvrandı ve sonra yapılan ilk yardım sayesinde zorlukla ayağa kalkabildi. fevzi'nin kalesine dönmesiyle birlikte tribünlerden alkışlar yükseldi. bizim, sahayı sedyeyle terk eden rakip sporculara lâyık gördüğümüz "ohh, ohh" cıngılından ne kadar farklı değil mi?
liverpool'un efsanevi menaceri bili shankly, yıllar önce "futbol bir ölüm kalım mücadelesi değildir. çok daha önemlidir" demiş. türkiye'nin futbol ortamını görse ne derdi, çok merak ediyorum.