ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
çarşamba günü kupada son yarı finalisti belirleyen kocaelispor-samsunspor maçını televizyondan izleyenler, belki de hayatlarının en sıkıntılı 90 dakikasını yaşadılar. bir türlü oyunun içine giremediler, heyecanlanmadılar. zaten sahadaki 22 futbolcunun daha iyi oynaması için bir motivasyon kaynağı da yoktu. çünkü kocaeli seyircisi cezalıydı, tribünler bomboştu.
bu görüntü, beni geleceğe ilişkin pek de iyimser olmayan tahminlere götürdü. televizyonlarda naklen yayın bombardımanı bu hızla sürdükçe, böylesi karanlık ve ıssız bir tabloya doğru koşmaya devam edeceğiz. bugün için alan razı, veren razı... kanallar rating aldıkları, kulüpler para kazandıkları, futbolseverler de evden çıkmadan maç seyredebildikleri için mutlu... federasyon konuya "fransız kalmayı" tercih ediyor. bu arada tartışma ertelendikçe erteleniyor. anadolu kulüpleri kendi aralarındaki karşılaşmalarda "boş tribün" kâbusunun kıyısına geldiler bile... fakat dört büyüklerle oynadıkları maçların yayın haklarını yaklaşık 20 milyara satarak, "sus payını" alıyor ve kaderlerine razı oluyorlar. çok değil, birkaç yıl sonra büyükler ve derbiler dışındaki maçlarına seyirci toplamakta zorlanacak. ve o zaman futbol, futbol olmaktan çıkacak... ratingler birdenbire düşecek... tabii kulüplere ödenen yayın hakları da!
vefa, insani bir özelliktir. ama bireyseldir. kitlelerde vefa duygusu olmaz. en sevilen pop yıldızları, sporcular, şarkılar, filmler gün gelir, arşivlerin tozlu raflarına kaldırılır. toplumların hızlı tüketiminden (üstelik medyatik çağda tüketim daha da hızlı) spor dallan da nasibini alabilir. dünya bu gerçeğin farkına vardığı için, tartışmayı zamanında başlatmaya, önlemini zamanında almaya özen gösteriyor. ya biz? her zaman olduğu gibi gündelik yaşamayı seçiyoruz. bugün halimizden memnunuz, yarın birtakım güçlere havale etmeyi seçiyoruz...
türk futbolundaki dengesizliğin yapılacak düzenlemelerle bir gecede ortadan kaldırılacağını düşünmüyorum elbette. bugün pek çok avrupa ülkesinde uygulanan "haftada bir maç naklen yayınlanır, geliri bütün kulüpler paylaşır" ilkesinin bugün için ülkemizde uygulanamayacağının da farkındayım. hatta uygulanırsa, çoğu kulübün batıp gedeceğini de tahmin edebiliyorum. ancak anlayamadığım bir şey var. futbolda avrupa sahnesine çıkmaya kendimizi hazır hissettiğimiz şu günlerde; uluslararası standartlara uygun televizyon yayınlarının yanısıra sağlıklı kulüp yönetimi, profesyonel yöneticilik, köklü tesis ve altyapı yatırımları, kulüplerin kendi tesislerini işletme hakları gibi konuları tartışmaktan niçin bu kadar korkuyoruz? fenerbahçe'nin nasıl oynaması gerektiği konusunda sayfalar dolusu yazarken, saydığım başlıklar altında neden fikir üretmiyoruz?
bir türlü sağlıklı yapıya kavuşamamış kulüplerimize çok sayıda maç naklen yayınıyla gelir sağlamanın, onları ödünç kanatlarla uçurmaktan pek farkı yok. bir gün, bir "kaza"... allah korusun!