ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
memlekette düğün havası estiren, başbakan yardımcısı'na bile "bu maç unutulmaz" dedirten beşiktaş'ın barcelona galibiyetinde, onca sevinç gürültüsü arasında küçük bir haber gözden kaçtı tabii... maçın ardından, gazetelerdeki notlar arasında "biletlerin satılmaması üzerine beşiktaş yönetimi, açık tribünün kapılarını açtırdı" satırı vardı, bilmem gördünüz mü?
haberin öncesi şöyle: beşiktaş'ın şampiyonlar ligi yolculuğunda üç maçlık paketlerin fiyatları açık tribün 25 milyon lira, kapalı 125 milyon lira olarak belirlenmişti. numaralıda ise bir koltuğun tek maçlık fiyatı 100 milyondu. siyah-beyazh taraftarlar bu fiyatları fahiş bulmuş olacaklar ki, satışlar arzulandığı gibi gitmedi. olabilir, ilk duyduğumda bana da yüksek gelmişti bu rakamlar...
peki, kapıları açmak neyin nesi? o zaman, günler öncesinden parasını ödemiş ve biletini almış vatandaş, enayi yerine konmuş olmuyor mu? bu adam, bir daha beşiktaş yönetimine inanır mı?
futbolda başarı, iki türlü adlandırılabilir: büyük takım olmak ve galip takım olmak. milletçe sevindirik rüzgârına kapıldığımıza göre, beşiktaş'ın üç gol attığı barcelona "büyük" takımdır. beşiktaşlı yöneticiler ise, kapıları açarak ve seyirci desteğinden medet umarak, yalnızca o geceliğine "galip" takım olmayı seçmişlerdir.
bir gecede büyük olunmaz (dünyanın en büyük kulüplerinden biri olan barcelona, avrupa kulüpler şampiyonluğu'nu bir tek kez, 1992'de kazanabilmiştir ama bu unvana daha fazla ulaşan bayern münih, benfica, liverpool ve ajax'a oranla çok daha popülerdir).
barcelona'nın büyüklüğü, üye sayısının 100 bini aşmasından, 98 bin koltuklu stadının pek çok maçta tıklım tıklım dolmasından, formasının tayvan'da bile satılmasından gelir. bu büyüklükte, her maça bilet parası vererek giren, hatta 50'li yıllarda stadyum inşaatı bitirilebilsin diye, üç yıllık aidatlarını peşin ödeyen taraftarın sevgisi ve özverisi önemli rol oynamıştır. barcelonalılar, takımlarına besledikleri tutkuyu bir maddi desteğe dönüştürebildikleri için kendilerini kulübün gerçek sahibi gibi görürler. deplasmana bedava otobüs kaldırsın diye başkanlarına alkış tutmazlar, stadın kapılarının açılmasını istemezler (ola ki, birisi böylesi bir ulufe dağıtmaya soyunacak olsa, "arkadaş, sen kimin kapısını kime açıyorsun, kulübü mü batıracaksın?" diye karşısına dikilirler). 101 yıllık bir gelenekten geldikleri ve ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kaldıkları için 'barca' olmuşlardır.
"aziz bey ya da serdar bey milyon dolarları döksün, yetmezmiş gibi maça giriş bedava olsun, biz de gidip bağıralım, çağıralım, hatta takım yenilirse futbolcuları taşıyan otobüsün camlarını kıralım" zihniyetinden ne kadar farklı, değil mi?