allah’a şükürler olsun ki, 19 mayıs 1919’da, bu ülkede yaşayanlar, bugün ülkenin sporunu yönetenler gibi düşünmüyorlar, 19 mayıs 1919’da, bu ülkede kamuoyunu bugünün babıâlisi oluşturmuyordu...
romanya maçından sonraki teslimiyeti gördünüz mü? bütün bayraklar hemen inmiş... zaten biz neymişiz ki... zaten bizde altyapı, cart curt, falan filan neymiş ki? zaten adamların fiziği, zaten adamların matematiği, kimyası, hal ve gidişi bizden çok çok üstünmüş... hayal bitmiş, gerçek gelmişmiş... kendi kendimizi kandırıyormuşuz...
doğrudur, türk sporu bir adım ileri gitmez. böylesine kolay bayrak indiren, böylesine kolay teslim olan babıâli ile bir adım ileri gitmez... türkiye’nin pek çok dalda olduğu gibi, sporda geri kalmışlığının sorumlusu da, işte bu teslimiyetçi basındır...
avrupa’da iki maça gitmiş, orada iki tesis, iki kulüp kuruluşu görmüşler ya! vay sana bir altyapı edebiyatı... olimpiyat şampiyonları çıkaran kenya’da, fas’ta, trinidad’ da ne altyapılar var ya... 1954’te, isviçre’de, ispanya gibi bir devi eleyip final oynarken, bu ülkede ne altyapı vardı ya! altyapının, üstyapının ne olduğunu bilmezler, ama teslim olmak kolay ya! hele yanına böyle bir de bilimsellik katıp, «vay be adam bu işten ne iyi anlıyor yahu» dedirttin mi, tamam bu iş.
51 milyondan bir 16 kişi bulmanın, bu 16 kişiye üst düzey futbol oynatmanın, bir alt değil, üstyapı olayı olduğunun farkında bile olmazlar, meszöly’nin deplasmanda isviçre önünde oynattığı futbolla, coşkun’un izmir’de kendi sahamızda ortaya koyduğu rezilliğin farkını bile anlamaz, bunun sebebini de araştırma gereği duymazlar. macar o takımı, o futbolu gökten zembille indirmiş gibi, «altyapı da altyapı» edebiyatı yaparlar.
30 ekim 1984 salı... 1986 dünya kupası eleme maçlarının ilkini finlandiya ile oynamadan bir gün önce, «meksika matematiği» başlığı altında bir yazı yazıp, daha kura çekildiği gün, «zor gruba düştük. hiç şansımız yok» ağıtları düzmeye başlayan coşkun özarı ve onun gibi düşünenlerin önüne, anlamaları daha kolay olur diye, futbol değil, matematik hesabı koyarak, , şöyle demişiz:
«işe başından başlayalım. isterseniz, biraz da bilimsel konuşalım, türkiye’nin şansı kuralarla başlamıştır. dörtlü bir gruba düşseydik, bu tür gruplardan sadece bir takım meksika’ya gideceğinden, matematik şansımız, dörtte bir yani, yüzde 25 olurdu. oysa beşli gruptayız. bu tür gruplardan iki finalist çıkıyor. kazanma şansımız beşte iki. yani yüzde 40. daha çekilişte yüzde 15 gibi bir avantaj ihmal edilemez.
türkiye’nin bulunduğu grupta 20 maç oynanacak ve toplam 40 puan dağılacak. sekizer maç oynayacak her takım, en fazla 16 puan toplayabilecek. takım başına düşen ortalama puan ise 8.
grubumuzda bizden başka ingiltere, kuzey irlanda, romanya ve finlandiya var. ilk ikisi 1982 dünya kupası, üçüncüsü ise 1984 avrupa şampiyonası finalisti. ingiltere bu grupta tüm otoritelerin favorisi. ilk maçlarında finlandiya’yı wembley’de 5-0 mağlup ederek güçlerini ve hırslarını da kanıtladılar. ingilizleri bu elemelerde mağlup etmek güç. o halde, matematik çalışmaya devam edelim. ingiltere kendi sahasındaki maçları kazanacak, rakip sahalarda da birer puan alacak olsa, 12 puan toplar ve grup lideri olur. 40 puanın 12’si ingiltere’ye gidince geriye, dört takıma 28 puan kalır. bu da ortalama 7 puan eder.
meksika’ya gidecek ikinci takım, işte bu 7 puanın üzerine çıkmayı başaran olacaktır. yani kendi sahasında ingiltere’den başkasına puan vermeyen ve rakip sahadaki maçlarından 2-4 puan almayı başaran takım...
işte, eğer meksika’ya gitmek istiyorsa, türkiye’nin yapması gereken hesap budur. takımın oyun şeklini ve taktiğini de bu hesap belirleyecektir. bu matematik, ‘kendi sahasında iki, rakip sahada bir puan için oyna’ demektir. yani kendi sahasında onurlu beraberlik, ya da şerefli yenilginin meksika yolunda hiçbir faydası yoktur. türkiye, grup maçlarında, 7 puanlık ortalamanın üzerine çıkabilir, 9 ya da 10 puan toplayabilirse meksika’ya gidecektir.
peki ne olmuş sonunda? yani bugün... yani 15 kasım 1985 cuma günü... gruplar maçlarımız bitmiş. ingiltere puanla birinci olmuş. bizim 30 ekim 1984’te ingiltere'ye verdiğimiz puan kaç: 12...
«türkiye 9 ya da 10 puan alabilirse, ikinci olur, gider» demişiz. ikinci irlanda’nın puanı kaç: 10... ingiltere, irlanda'yı yenseydi, romanya kaç puanla meksika’ya gidecekti: 9...
şimdi biz kâhin miyiz?.. deha mıyız?.. futbolu bu ülkede herkesten iyi mi biliyoruz? bize gökten vahiy mi geliyor?.. içimize mi doğuyor?,. hayır... yazımn başlığını o günden «matematik» diye koymuş, toplama, çarpma, bölme ve çıkarmadan ibaret dört işlemi bilmenin yeterli olduğu bir hesap yapmışız. sonra da bu hesabı değerlendirme bölümünde, «ey ümmeti müslimin, elinizi vicdanınıza koyun.. finlandiya ile yapılacak iki maçta 4 puan alırsak geriye kalan ihtiyaç 5 ya da 6 puan. irlanda, ingiltere ve romanya ile, birer tanesi kendi sahamızda oynayacağımız, ikişerden altı maçtan, toplam değeri 12 puan olan altı maçtan 5 puan almak çok mu büyük hayaldir. biz bu irlanda’yı da, romanya'yı da, geçmişte bağırta bağırta yenmedik mi?.. öyleyse niye hayal olsun, meksika yolları soralım bakalım, babıâli’nin altyapı ulemaları ve 50 maçta bir tane başarısı olmayan coşkun’u baş tacı etmek, bir elli maç daha bu ülkeyi hezimete götürsün diye ona şimdiden koltuk çıkmak için, ‘zaten biz neyiz ki’ ağıtları ile, 19 mayıs 1919’lardan, 30 ağustos 1922’lere gelmiş bir ülkenin evlatlarının beynini bulandıranlara? niye hayal olsun ha?.. niye?.. niye?..
51 milyon içinden seçilen 16 adamın, futbol diye ortaya koyduğu bu rezilliği, bu rezilliği yaratanları savunmanın özrü yoktur. türkiye o kadar geri, bu ülkenin insanları o kadar yeteneksiz değildir. bu ülke gerçek bir liderle nereye nasıl gelebildiğini daima kanıtlamış insanlardan kuruludur...
üç beş çapsız kişinin kişisel başarısızlıklarını gizlemek için, bu ülkeye ve bu ülkenin insanına dil uzatmak kimsenin hakkı ve haddi değildir.
bugünkü rezilliğin sebebi ve sorumlusu erdoğan ünver’dir... m. ali yılmaz’dır, coşkun özarı'dır... metin emiroğlu’dur... tıpkı dünkü rezilliklerin sebebinin dünkü yöneticiler olduğu gibi...
babıâli artık bunu bilmek, öğrenmek ve gerçekleri korkmadan, çekinmeden yazmak zorundadır.