ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
seyfullah aslantürk trabzonspor sevgisini kelimelere dökemediğinden dem vurmuş. gerçi hangimiz bu sevgiyi kelimelere dökebiliriz ki belki çok klasik olacak ama "bu sevda anlatılmaz yaşanır" demek tek çıkar yolumuz gibi. yer istanbul olimpiyat stadı ve trabzonspor 'umuzyine bir kupayı kaldırıyor havaya. aslantürk ile birlikte olimpiyat'a gidelim mi?
bu sevgi nasıl anlatılır bilmem ki...
trabzonspor'umuz türkiye kupası finalinde; rakip gençlerbirliği; yer olimpiyat stadı; o gün trabzonlunun ve trabzonsporlunun buluşma anı gerçekleşecek. "hayde horona" diyerek olimpiyata ilk gidenlerden olmalıydım.
sabah erkenden baştan aşağı bordo-mavi giyinip yola koyulduk. yağan yağmurla ıslanan formanın bordo-mavi renkleri sanki coşmuş, sırılsıklam olmuş âşık gibi sevgiliye kavuşma heyecanıyla stat gözükmüştü. stadyuma vardığımızda az sayıda hemşerimiz gözüküyordu etrafta. biraz stat etrafında dolaştıktan sonra saat öğle vaktini gösteriyordu. gözlerimiz gelen araçların plakalarında idi. plakalar genelde anlamlı harfler (ts) ve rakamlardan (61-1967) oluşuyordu. ortalık hareketlenmeye başlamıştı ve bu arada sırtımızda kuruyan forma da tekrardan ıslanıyordu. çevre illerden gelen araçlar da görünürken, memleket kokan araçlarla gelen hemşerilerimizle birlikte heyecan, coşku zirve yapmıştı. bugün trabzonspor günüydü ve bordo-mavi renklerden oluşan bir okyanus oluşmaya başlamıştı bile.
bir kemence sesi duydum sanki
bu coşkulu insan manzarası bana "hıdır nebi yaylasını" anımsatmıştı ama bir kemence eksikti. herkes pür neşe içinde dolaşırken bir taraftan kemençenin de geldiğini gördüm. uy aha deyip koptum vardım yanma. vuruylar kemençenin teline, ortada bi horon kuruldu ki sormayın gitsin. haşimdi tam olmuştu. yeşili yoktu belki ama bu coşkulu hemşeri manzarası"kadırga şenliklerini" olimpiyata taşımıştı.
evet, artık içeriye girme vaktimiz de gelmişti. asılan pankartlar, bayraklar, söylenen marşlar, yapılan tezahüratlarla millet yıkılıyordu. ben de çıktım numaralının en üst katına, sahanın içi minicik gibi gözüküyor. dışarıda halen daha gelenler vardı.
artık sabırsızlık içinde ve büyük heyecanla sevgilinin sahaya ayak basmasını bekliyorduk ki o da oldu ama ne olma. yaşanan duygunun tarifi mümkün değil, şahane tribün şov vardı olimpiyatta. fener ve galatasaray gibi iki ezeli rakibin dolduramadığı stat bize yetmiyordu. yağmurla beraber ilk düdük çaldı. bizim 11 fırtına çocuk bizden daha çok coşmuş, sahada horon gibi futbol oynaylar ki gençlerbirliği şaştı kaldi. aha gol, aha goooller gelmeye başladı. ne anlatması mümkün ne de tarifi. işte böyle bir şey...
final bitti. kupa fatih tekke'nin ellerinde yukarıya kaldırılıyor ve huzurumuzda tur atılıyordu. sevgilimiz bize hediyesini vermişti. zafer nidalarıyla dönüş başladı. en erken geldiğim stattan hemşerilerimizin arkasından el sallayarak en son ayrılanlardan olmuştum. benim de dönüşüm tam temel fıkrası gibi oldu ama neyse...
unutulmayacak bir gün unutulmayacak bir gece yaşandı. zaten o coşku anlatılmaz yaşanırdı. trabzonspor-um, onlarcasını barındırdığı müzesine bir kupa daha götürüyordu istanbul'dan.
o gün orda bordo mavi fırtına ile birlikte istanbul'u sallamak ne de güzel olmuştu. gerçi biz bunu hep yapıyorduk.