ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
a. c. topaloğlu'nun hikâyesi eskişehir 'de başlıyor. eskişehir 'de başlıyor dediysem günlük güneşlik bir havada değil bıçak gibi kesen bir rüzgâr ile birleşmiş buz gibi havada ve daha güneş doğmadan. eskişehir tren garı 'nda başlayan hikâye ankara tren garı 'nda devam eder. ve maç günü gelir çatar. tribündeki atmosferi ve yaşlı bir amcanın kucağına aldığı üç yaşındaki bir çocuğa liverpool maçını anlatışını topaloğlu 'dan dinleyelim:
"uşak, sene bin tokuz yüz yetmiş alti, livir pıllan oynayruk..."
maç günü kalabalık bir şekilde buluşuyoruz. herkes daha coşkulu, herkes daha istekli... bayram havası şeklinde gidiyoruz maça. cam kenarlarında oturanlar bayraklarını, flamalarını sallıyorlar ankara yollarına. yanımızdan gelip geçen arabalar kornalarıyla eşlik ediyorlar. stada vardığımızda az sayıda ankaraspor taraftarı şaşkın, trabzonspor takım başarısız, bu yıl hiç hedefi yok ancak gene de binlerce trabzonlu toplanmış takıma destek vermek için.
trabzonspor için ayrılmış bölüm ciddi oranda dolu, "bize her yer trabzon!" sloganı ile başlıyoruz her deplasmanda olduğu gibi ve gene maçın bir dakikasını bile izleyemeden tezahürat ve sloganlar eşliğinde tamamlıyoruz müsabakayı. daha önce trabzonspor tribünlerinde az görülmüş, orijinal bir tribün şovuyla hem de. herkes önce sağa dönüyor ve birbirlerinin omzuna dokunarak, küçükken oynadığımız tren oyunu pozisyonu alıyor ve yöresel bir slogan ile tribünün bir o ucuna bir diğer ucuna horon çeker gibi gidip geliyoruz. tüm stat maçı bırakmış tribündeki şovu izliyor. takımın başarısız futboluna isyan eden bir amca ise haykırıyor horon eşliğinde "ola bir kere daha şampiyon olun, seksen bir vilayeti ha böyle gezmeyen taraftar şerefsuz çocuğudur." diye. mağlubuz, iddiasızız, içimiz kan ağlıyor ama gene de trabzonspor aşkı ile gülüyoruz ve mutluyuz. tribün şovunun bitiminde tekrar yerimize dönüyoruz ve ufak bir detay takılıyor gözüme, bir başka amcamız tribünde gördüğü küçük bordo mavi formalı bir çocuğu kucağına almış bir şeyler anlatıyor. usulca yanaşıyorum yanlarına. duyduklarım suratımda tebessüme, yüreğimde özleme yol açıyor.
kucağındaki çocuk taş çatlasa üç yaşında, anlamasını beklemek elbette mümkün değil. ama amcam bunalmış, sıkılmış, özlemiş ve aradığı bir şeyler bulmuş çocukta, anlatıyor:
"uşak, sene bin tokuz yüz yetmiş alti, livırpıllan oynayruk. gazeteler öyle bir yazayi, sanırsun daha takımlar sahaya çikmadan uç sifir önde başlayacaklar. kahvedeyiz mahalleden uşaklar ile. maçtan bir gün evveli gittik bu livırpıllalarun otelinin önine başladuk horona. uyutmaduk pezevenkleri. maç günü konuşuyruk arkadaşlar ile biri deyi fark yeruk, biri deyi siler geçeruk. kafalar rahat değil anlayacağım. neyse gittik stada, deduk nedir bu livırpıl, herkes bir şey afkuruyi. içeriye bir girduk, inanmazsım yanayı stad, yanayı (amcanın anlattıklarıyla çok ilgilenmeyen çocuk, bu kısımda korkmuş bir ifadeyle amcaya döner). trabzan, trabzan bağiriyruk. çıktiler sahaya. maç başladi. bir baktuk bizim uşaklarun aşağu kalır yani yok öbürlerinden. saldurun saldurun diye bağırıiyruk. dakika 61 oldi gol yok. 61'de atacaz deyine bekleduk ama yok, bir türlü geçemeyruk adamlari. 3-4 dakika sonra bizim uşaklardan birisi düşti yere, penalti oldi. o zamanlar var dozer cemil. kodu topu penalti noktasına, deduk ha bu çok b.. yiyen bakayi, atacak onu manavın dükkanına korkarum. oni bi topa koşarken gördüm, sonra tribün bir karişti biribirine daha livırpul santra yapana kadar hiçbir şeyi hatırlamayrum. atti penaltiyi, yenduk olari 1-0. bütün dünya bizi konuşiyi. sene sonunda oldi livırpıl avrupa şampiyonu, gazetelerden okuduk hep ama kodum livırpila. biz yenduk olari, olsalar şampiyon ne olur değil mi? şimdi deyisun belki da içinden habu emice ne anlatiyi bana. ey gidi uşak, inşallah görersun sen da böyle günleri. ben senin kadar iken trabzonspor diye takim bile yok idi. bilsen ne şanslısun."
anlattığı bu küçük hikâye bana saatler gibi gelmişti. gözlerim doluydu ve amcamın yanına gittim. bütün anlattıklarını dinlediğimi söyledim ona ve öptüm o güzel ellerini. gülümsedi ve "sağol uşağum, sen da ha bu uşaktan farklı değilsun hoş. daha bir güzel gün göremedunuz. ama helal olsun size hep böyle devam edun, her maçina gidun trabzon'un." dedi ve öptü gözlerimden.
eskişehir'e dönüş yolculuğu daha bir keyifliydi şimdi. rüya gibi iki gün, geri kalan ömrüm boyunca stadyumlarda olsam dahi eşine benzerine rastlamamın zor olduğu bir başarının öyküsü, siyah beyaz eski trabzon fotoğrafları kadar samimi ve güzel bir anı ile gurbete, trabzonspor popülasyonunun az olduğu bir şehre dönüyordum. buruk sevinç dedikleri şeyi hissediyordum yüreğimde.
bir yanda tren raylarından gelen ses, bir yanda amcanın "ula biz yenduk livırpıla, olar şampiyon olsa ne olur?" diyen sesi. trabzonsporlu olmak ne güzel şeydi böyle...