dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
futbol ne kadar politize?
türkiye kamuoyunun politik kimlik kazandığı 1960'larda ve 1970’lerde de futbol bu akımdan pek etkilenmedi. ingiltere'dekinin aksine, türkiye’de sol hareket kitleselleşmeye başladığı dönemde futboldan uzak durmayı tercih etti. türkiye sosyalistleri futbolu, halkı manipüle eden, aptallaştıran bir araç ve “kitlelerin afyonu” olarak görüyorlardı. adnan bostancıoğlu, futbolla sosyalistlerin arasındaki ilişkilerin 1980 darbesinden sonra yumuşadığını öne sürüyor. ancak bu iddia doğru bile olsa, binlerce sosyalistin işkenceden geçirildiği ve tüm örgütlerin silindiği bu dönemde, sol hareketin futbolu politikleştirme imkânı yoktu.
1970’lerdeki türkiye sağının da farklı nedenlerle futbola uzak durduğu söylenebilir. dönemin türk milliyetçilerine göre futbol “millî şuuru bozan bir olaydı. ancak 1980’lerin sonunda, darbe zamanı mhp ye konulan yasaklar kaldırıldığında, milliyetçiler kendilerini meşrulaştıracak ve tekrar popülarite kazandıracak bir alan aradıklarında, futbol imdatlarına yetişti. bu durum, 1940lardaki turancı yargılamalarından sonra milliyetçilerin kendilerini siyasi alanda var edebilmek için kıbrıs sorununa sarılmalarına benziyor.
milliyetçilerin futbola sahip çıkmaya karar verdiği dönemin “kendilerinin zindanda, fikirlerinin iktidarda” olduğu bir dönemin ardından geldiğini hatırlarsak, 1990’lar konjonktürel olarak futbol üzerinden milliyetçilik yaratmak için son derece uygundu. bu dönemde yaratılan kürt karşıtı atmosfer, avrupa’yla yaşanan öykünme-nefret ilişkisi ve türkiye futbolunun uluslararası başarıları milliyetçilerin ana akım futbol kamuoyunu siyasallaştırması için çok cömert olanaklar sunuyordu.3 bu olanaklar özellikle mhp’nin önemli isimlerinden güven sazak’ın 1993’te fenerbahçe başkanı olmasıyla kullanılmaya başlandı. mhp militanlarının korumalık yaptığı bu kongrede, üyeler sazak’la bir diğer mhp sempatizanı ali şen arasında seçim yapıyordu.4 bu dönemde bozkurtlar, başkana karşı olabilecek protestoları başlamadan bitirmek için tribünlerde de yer almaya başladı. aynı dönemde galatasaray’ın avrupa’da yükselen grafiği de milliyetçilerin ilgisini çekiyordu. galatasaray’ın en büyük taraftar grubu ultraslan'ın lideri alpaslan dikmen, yeniçağ gazetesinde yazan ve aşırı sağcı fikirlerini saklamayan bir isimdi. bu taraftar grubu, bu dönemde kurumsallaşma denebilecek ölçüde büyüdü. beşiktaş, bu sağcı dalgaya, çarşı grubu ve onun sol eğilimli ermeni lideri alen markaryan sayesinde çok daha fazla direndi. ancak çarşının da bu dönemde patlayan pop-milliyetçilik dalgasından payını almadığını söylemek yanlış olur.
1990’larda stadyumlarda yükselen milliyetçi dalga mhp'nin 1999 seçimlerinde iktidara gelmesine katkı yaparken, partinin hükümetteki “felaket” performansı, 1999 depremi sonrası hükümetin acizliği ve 2001de patlayan kriz bu dalganın da dinmesine neden oldu. bu yıllarda türkiye’nin avrupa birliği üyeliği ihtimalinin kuvvetlenmesi, yasal reformlar ve sivil toplum örgütlerinin yükselişiyle ülke daha liberal bir atmosfere girdi. bu konjonktür, islamcıların yenilikçi kanadı olan akp’nin iktidara gelişinin yolunu açtı. akp, futbol dünyasma doğrudan tff ve kulüpler üzerinden müdahale ederken, zaten sahip olduğu kamuoyu desteğine güvenerek tribünlerde etkinlik göstermemeyi tercih etti.
1990’ları türkiyede tribünlerin gözle görülebilir şekilde siyasallaştığı tek dönem olarak göstermek mümkündür. ancak, bu siyasallaşmanın konjonktürel olduğunun, taraftarların sosyal ve coğrafi olarak dağılmış olduğu kulüplerin kimliğine işlemediğinin altım çizmek gerekir. kaldı ki bu siyasallaşma, ideolojik olarak zaten kulüplerin kuruluşlarından itibaren içselleştirdiği milliyetçilikten başka bir şey taşımıyordu, dolayısıyla kimlik anlamında yaratabileceği fazla da bir fark yoktu.