dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
"thatcher futbolu yasaklayabilseydi..."
thatcher hükümeti holiganizmin futbolun her noktasma sızdığına, tamamen futbol içinden doğan ve futbol yüzünden ortaya çıkan bir olgu olduğuna dair sarsılmaz bir inanç sahibiydi. dönemin fa genel sekreteri ted crokerla margaret thatcher arasındaki bir diyalog hükümetle futbol dünyası arasında nasıl bir uçurum olduğunu kanıtlar nitelikteydi. thatcherm “şu holiganlarınızla ilgili ne yapacaksınız?” sorusuna croker, “bizim holiganlarımız değil, sayın başbakan, sizin holiganlarınız. onlar sizin toplumunuzun ürünü” cevabmı vermişti. o gün ingiltere futbolundaki sorunları gerçekten çözmek isteyen bir başbakan, bu yanıttan çok şey çıkartabilirdi. ancak dönemin pek çok şahidinin de anlattığı üzere, thatcher hükümetinin futbola bakış açısı, başbakanın futbola karşı olan özel nefretinden de kaynaklanıyordu.
thatcher ve majör hükümetlerinde bakanlık yapan ve daha sonra işçi partisi hükümeti döneminde kurulan futbol komisyonunda başkanlık yapan david mellor, thatcher'ın futbola bakışını şöyle anlatıyor; “bayan thatcher gibilerin gözünde futbol ingiliz ulusuna dair berbat olan her şeyin bir özetiydi... bayan thatcher yapmaya gücünün yeteceğini bilseydi futbolu yasaklardı.” fa'in önde gelenlerinden graham kelly de thatcherm futboldan nefret ettiğini, hiçbir şekilde ilgilenmediğini ve ilgilenenleri de mümkün olduğunca yeraltına itmeye çalıştığını söylüyor. kuşkusuz bu görüşlerin tarafsızlığı tartışılabilir ancak thatcher hükümetinin futbola sportif bir etkinlik değil, bir kriminal mesele gözüyle baktığı da şüphe götürmezdi.
hillsborough faciası, bu anlayışla taraftarlara yaklaşım ve ingiliz futbolunun modernizasyonu konularında önemli gelişmelere sahne oldu. bu iki konu birbirine bağlı meselelerdi.
thatcher hükümeti ve ardından gelen muhafazakâr hükümetler, stadyumlardaki ve diğer kamuya açık alanlardaki kısıtlayıcı tedbirleri giderek arttırdılar. pratikte taraftarların fişlenmesini getiren taraftar kartlarını devreye sokan 1989 tarihli futbol taraftarları yasasından sonra 1991'de futbol suçları yasası üç yeni suç tipini getiriyordu; patlayıcı atmak, müstehcen ya da ırkçı tezahürat ve sahaya girme. yasa, bu üç ihlali tutuklanma nedeni sayıyor ve bu ihlalleri yapanların 1989'daki yasayla gelen stadyumlardan uzaklaştırma cezasına çarptırılabileceğini söylüyordu.1 ancak, bu suçların zaten 1985’ten beri yürürlükte olan kamu düzeni yasasıyla cezalandırıldığı düşünüldüğünde 1991'deki bu yasanın hukuki olmaktan ziyade siyasal ve halkla ilişkiler değeri taşıdığı açıktı. 1994 yılında ise ceza hukuku ve kamu düzeni yasası'yla bu kez izinsiz bilet satışı suç ilân edildi. aynı yasanın 154. maddesi de doğrudan futbolla ilgili olmasa da kamu düzeni yasası'nı küfürlü pankart ve sloganların suç sayılması konusunda düzenliyordu. suç sayılan eylemlerin sayısı artarken, bir taraftan stadyum içindeki ve dışındaki gözetleme faaliyetleri de artıyordu. hiçbir holiganizm faaliyetine karışmamış sıradan bir futbol seyircisinin bile artık poliste bir dosyası vardı, maça giderken hoolivan olarak anılan zırhlı polis otobüslerinin arasından geçerek stadyuma giriyor, sürekli gizli kameralar ve sivil polisler tarafından izleniyordu.5 britanya sağcılarının düşlerindeki polis devleti, stadyumlarda hayata geçmişti. stadyumda suç işlenme ihtimali -suçun kendisi ortada bile yokken- her türlü mahremiyetin ihlalini mübah hale getirmişti.