ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
bu dört kafadarın hikâyesini mutlaka okuyun. istanbul 'dan yola çıkıp bursa 'ya trabzonspor maçını izlemeye gitmişler. aydın, mustafa, nejmi ve yusuf... avukat renktaşımız yusuf reha alp'i okuyalım bakalım bursa 'daki trabzonspor maçında neler olmuş.
bursa'nın ufak tefek taşları...
ne tarih kalmış aklımda, ne de saat.. tek hatırladığım, harem'deki otobüs garında, sabah soğuğuna karşı, ellerimizi "hoh"layarak ısıtma çabamız. birbirine sürtmek yolu da denenebilir elbette, ancak "hoh"lama her zaman daha etkili..
dört kişiyiz... ben, aydın, mustafa ve nejmi ("j" ile.. yapacak bir şey yok.. nüfus memurunun takdiri.). bursa'ya gidecek bir otobüs bulma telaşıyla, garı baştan aşağıya dolaşıyoruz. hem bursa'ya gidecek, hem hemen gidecek ve hem de ucuz gidecek bir firma bulma peşindeyiz. "öğrenciyiz be abi.. bir - iki milyon daha indirsen olmaz mı?" çoğunlukla, "olmuyor.."
"paramızın kısıtlılığı, elimizdeki bordo - mavi bayraklar ve aynı asil renkteki gugullarımızla (gugul nedir, bildin mi?) zıtlık oluşturuyormuş" evet, bir otobüs çığırtkanı (ya da gar filozofu mu demeli?!) gözlerimizin içine bakarak aynen bu cümleyi kuruyor. trabzonspor'un bayrağını taşımak ya da bizim oralarda gugul dediğimiz (bildiğin yün bere işte, uzun biraz) şapkayı takmamız ile cebimizdeki para arasında paralellik kurulmasındaki mantıksızlığa kafa yoracak vaziyette değiliz hiçbirimiz.. yorgunuz, gece, yolculuğu düşünerek de biraz, hiç uyumamışız ve bir an önce bursa'ya gitmek için acayip derecede (ki çok üst seviyede bir derecedir) heyecanlıyız.
neyse, sonuçta, yol için ayırdığımız paranın biraz üstünde olmakla birlikte, bir otobüs buluyoruz. aradığımız diğer kriterler bu firmada var.. prensip derecemiz de heyecanımızla aynı seviyede olduğu için en azından diğer kriterlerden taviz vermemiş oluyoruz böylece.. arka beşlinin dördünü satın alıyoruz ama otobüs bomboş, yola çıkıştan hemen sonra, masalı dörtlü koltuklara kuruluyoruz.
otobüsün lüks mevkisi burası.
yanımıza iskambil kâğıdı almadığımız için kısa süren bir tartışmanın ardından muavin çocuktan bu eksikliğimizin giderilmesini istiyoruz. "yok birader" diyor, "kitap vereyim mi?" ne bu abi ya?!.. çığırtkanlar adamın gözünden (ya da bayrağından) ekonomik tahminler yapıyor, muavinler kitap okumamız için ısrarcılar!.. nereye düştük biz?
bu derin entelektüel birikim sahibi ve kültürel altyapısı hayli sağlam kardeşimize "ya bi bas git ya..." demek istiyoruz elbette ama yoldayız abi, ne olacağı hiç belli olmaz. "kalsın birader." demekle yetiniyoruz, kalıyor.. onu kaldığı yerde bırakıp bursa seyahatimizin organizasyon planı işine koyuluyoruz. bu hem bizi oyalayacak bir şeydir ve hem de düpedüz gereklidir ne de olsa.. iskambil kağıtlarımızın olmayışını bize yararlı bir hale getirmenin bir yolunu bulamazsak, kağıtları almayla görevlendirilen mustafa'yı öldürme ihtimalimiz hayli yüksek çünkü..
plan çok basit.. bursa'ya inilecek.. maliyeti azaltmak için dördümüzün aynı odada kalabileceği, bulunabilecek en ucuz (ve hatta "en berbat" sıfatını da taşımasında hiçbir mahzur yok) otel bulunacak, bursa gezilecek... ertesi gün de erkenden kalkılıp, öğlene kalmamak lazım yoksa o günün de parasını alırlar, bursa - trabzon maçına gidilecek. maçtan sonra da bursa otogarına gidilip geri dönülecek. ilginçtir, bu basit planı yapmak yaklaşık iki saatimizi alıyor.
yaklaşık beş saatlik bir yolculuktan sonra bursa'ya varıyoruz. hava, istanbul'dan çok daha güzel. "bayralarımızı saklayalım" diyor biri.. diğeri, "gugullarımızı da çıkaralım abi" diye mırıldanıyor. ama, "boş verin. bursalılar bizden korksun" fikri ağır basıyor, elimizde bordo-mavi bayraklar, kafamızda gugullarla iniyoruz otobüsten..
bu halimizle çok dikkat çekeceğimizi düşünüyoruz nedense.. yine nedense, hiçbir allah kulu dönüp tarafımıza bakmıyor! nedir bu ya? bu kadar mı silik tipleriz? bir otobüs dolusu adamdan dayak yemeye dahi razı hale geliyoruz kısa bir süre sonra, yeter ki biri bizi fark etsin!..
otogarın tam karşısında bulunan "kayapalı otel" tabelasını görmemize rağmen, belki bu şekilde dikkat çekeriz diye kalabalık bir grubun yanına gidip "bu yakınlarda kalabileceğimiz bir otel biliyor musunuz? maça geldik de.." diye soruyoruz. ben soruyu sorarken nejmi'nin hemen arkamda bayrak sallamasının yarattığı salakça görüntü karşısında, gruptan, istihza yüklü birkaç gülümsemeden başka bir yorum gelmiyor!
aptalca bir ayrıntı ama niyeyse hatırlıyorum, içlerinde en uzun boylu olanı, eliyle kayapalı otel'i işaret ederek, "isterseniz oraya bir sorun gençler" diyor.. "eyvallah birader." diyorum, nejmi, aynı salaklıkla bayrağı sallamaya devam ederken bir ara öyle hızlanıyor ki bayrak yere düşüyor, almak için dördümüz birden hamle yaptığımızda aydın'la mustafa'nın kafaları birbirine çarpıyor!.. işte şimdi dikkat çekiyoruz.. istediğimiz anlamda olmasa da herkesin gözünün bizim üstümüzde olduğunu bilmenin gururuyla karşıdan karşıya geçmek üzere yola atıyoruz kendimizi..
"bayraklar elimizde, gugular kafamızda" yolculuğumuz, sarı boyalı eski otel binasına girene kadar sürüyor.
resepsiyondaki abinin (ki, bundan sonra bu hikayede "resepsiyon abi" diye anılacaktır), bizi görünce, nedense, gözleri ışıldıyor. gülümsemesi suratının tümüne yayılarak "vay hemşolarım hoş gelmişsiniz." diyor... bir hemşerimizle karşılaşmanın verdiği mutluluk bizim de gözlerimizden okunuyor olsa gerek. resepsiyon abi her birimizin elini sıkıyor, hepimizin halini hatırını soruyor. biz içimizden "tamam." diyoruz, "bu bize kıyak yapar, ucuza kalırız."
"oda var mı?" varmış. "kaç para?" bize şu kadar olurmuş. "dördümüz aynı odada kalabiliriz di mi?" ek yatak koydururmuş bizim için, o şekilde kalabilirmişiz, yoksa normalde dört kişilik oda yokmuş.
her şey o kadar güzel gidiyor ki, benim gözlerim yaşaryor, belki de ağlıyorum, bilmiyorum. nejmi, adet edindiği üzere, bu sefer daha da büyük bir şevkle ama, bayrak sallamaya başlıyor. aydın'la mustafa birbirlerine sarılıp bu başarımızı kutluyorlar (otele verdikten sonra cebimizde kalacak para tahminimizden çok daha fazla oluyor, bundan büyük başarı mı olurmuş?). düpedüz zenginiz ve ne yapacağımızı hayal etmeye başlıyoruz bile, sarı boyalı kayapalı otel'in lambriden yapılma resepsiyon bankosunun hemen önünde.. anlayacağınız her şey olağanüstü gidiyor..
"kesin bir sorun çıkacağını" fısıldıyor aydın kulağıma.. "ne olabilir oğlum, felaket tellalı mısın?" diyorum ben de ona ve hemen dönüyorum tekrar sevinç yumağının içine.. "görürsün bak..." diyor aydın, bu sefer daha da alçaltarak sesini, "bu herif kesin bizi uydurma planları yapıyor!.." "oha!" diyorum, komploculuğun bu kadarı!.. "ulan herif trabzonlu. hemşerileri gelmiş sevinmiş, ne diyorsun oğlum sen, sıyırdın mı?" buna da cevap verirse kıvırcık saçlarından tutup iki tane geçireceğim aydın'ın suratına allah yarattı demeden, kafaya koymuşum.. "iyi öyle olsun" diyor allah'tan da, ben ona vurmaktan, o da beni dövmekten kurtuluyoruz.
nüfus kağıtlarımız veriliyor, otele kaydımız yapılıyor, resepsiyon abinin "parayı çıkarken vereceksiniz" itirazlarına rağmen, ısrarla paramızı peşin olarak takdim ediyoruz. "vazgeçer mazgeçer" korkumuz var. parayı verdikten sonra aydın'a en bilmiş "gördün mü bak, bir sorun çıkmadı." bakışımı atıyorum. aydın da rahatlamış şekilde bakıyor bana, onun gözleri de "tamam özür dilerim." diyor, anlıyorum. resepsiyon abi gülüyor, "aferin çocuklara." diyor içinden, onu da anlıyorum. o kadar mutluyum ki her şeyi anlıyorum, herkese gülücükler dağıtıyorum, bıraksalar, "selam sana ey lambri resepsiyon bankosu, selam sana sarı boyalı eski bina, selam size bin yıldır lobide duran iğrenç mobilyalar..." diyeceğim ama nejmi'nin salladığı bayrağın rüzgarı yüzünden hasta oldum herhalde, sürekli hapşırıyorum ve sırf bu yüzden işte, içimdeki coşkuyu dizelere dökemiyorum!
bürokratik işlemlerimiz tamamlanıyor, para alış verişimiz bitiyor, gitmek istediğimiz bölgelerin adresleri ve nasıl gidilebileceği bilgileri almıyor, odaya çıkmaya bile gerek yok, resepsiyon abi bizim için halledecek her şeyi, bayraklarımızı da ona teslim ediyoruz.. gugullarımızı, yoo hayır..
ula niye bize demediniz maçın nerede oyananacağını!..
ve resepsiyon abi, bizi ilk gördüğünde sorması gereken soruyu, biz tam otelden çıkmak üzereyken soruyor : "sahi ya, siz istanbul'dan kalkıp sırf buralara gitmek için mi geldiniz bursa'ya?"
birbirimize bakıyoruz. aydın "ben demiştim" der gibi süzüyor gözlerini, "bu adam deli abi!" bakışı var o gözlerde, tanıyorum.. bayrak sallamaktan kolu yorulan ve bu yorgunluk yüzünden muhtemelen programın ikinci bölümüne katılamayacak olan nejmi, "abi sen de tam lazsın ha.. maça geldik işte, belli olmuyor mu?" diye soruyor.. resepsiyon abinin deli olma ihtimaline karşı temkinli bir şekilde gülüyoruz..
bu sefer şaşırma sırası resepsiyon abiye geçiyor: "ne maçı ya?"
bu adam harbi sıyırmış artık ben de ikna oluyorum.. "bursa - trabzon maçı abi.. yarın.. ne biçim trabzonlusun sen ya.." temkini elden bıraktık artık basbayağı gülüyoruz..
resepsiyon abi şimdi bizden daha çok gülüyor, onda temkin en başından beri yoktu zaten, biz, o güldükçe "ne güzel işte, kendi salaklığına gülebilen bir adam..." diyerek kahkaha atmaya başlıyoruz (temkin artık bizde de tamamen gündem dışı).
resepsiyon abi, "oğlum, sakın bunu başka bir yerde demeyin lan." diyor gülerken.. "niye ki?" diye bir soru kelimesi dökülüyor benim ağzımdan, kahkahalarım arasında kaybolma tehlikesi taşıyıp, kaybolmayarak. "e çünkü maç trabzon'da, bursa'da değil ki!.." dediğini hayal meyal duyuyorum ben.. ama herkes gayet net duymuş olmalı ki bir anda gülmeler kesiliyor, aydın "ben demiştim abi, bir bokluk çıkacağı kesindi." deyip ağlamaya başlıyor, nejmi, koluna giren krampın acısını unutmuş, olduğu yere çöküveriyor, mustafa girdiği şoktan çıkamamış olacak ki yüzünde donan gülümseme ile gözlerini sabit bir noktaya dikmiş vaziyette aptal aptal bakıyor..
ben oysa, hâlâ gülüyorum!..
programın sadece ikinci kısmını uygulayarak bursa'dan intikam alıyoruz. maçı otelin lobisinde seyrediyoruz, trabzon, 1-0 kazanıyor.. bayrakları hediye bırakıyoruz resepsiyon abiye, bugünün anısına ömür boyu saklayacağını söylüyor.
"federasyon istifa!" diye bağırarak çıkıyoruz otelden, otogara gidene kadar da hiç susmuyoruz..
madem maç trabzon'da, bize niye bilgi verilmiyor ulan!..