ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
erman toroğlu'nu bilmeyeniniz var mı? sanırım yoktur. televizyon ekranlarında atıp tutarken en az bir kere görmüşlüğünüz vardır onu. sayın toroğlu hakemlik yaptığı dönemde trabzon 'da beşiktaş maçını yönetmektedir. trabzonspor aleyhine haksız bir penaltı için düdük çalar. sonrası ahmet badur anlatsın...
haksız verilen bir penaltıyı bu şehirde size attırmazlar...
1987-1988 sezonunda, trabzon'da beşiktaş ile lig maçımızdı. o zaman ben lise talebesiyim. hafta sonları trabzonspor'un maçlarına imkânlar ölçüsünde gitmeyi kendimize görev bildiğimizden; o hafta oynanacak maça da en yakın arkadaşım güven ile birlikte gitmeye karar verdik.
tabi o dönemlerde maça girmek tam bir eziyet. sabahın erken saatlerinde yollara düşerdik. maratonda iyi bir yerde maçı izlemek için vakfıkebir'den, erkenden yola çıkıp en kısa zamanda bilet kuyruğuna girmemiz gerekiyordu. bilet kuyruğundan çıkıp, stada giriş kuyruğunda yerimizi aldık. bu rutin işlemleri yaptıktan sonra içeri zar zor girebildik.
her taraf bordo mavi renklerle bezenmişti. bir tek kale arkası tarafı hariç! o günkü maçta deniz tarafı kale arkası tribününde 200-300 tane beşiktaş taraftarı bulunuyordu. bulunuyordu bulunmasına da ortada garip bir durum vardı. tribünlerde açtıkları siyah-beyaz bayrakların haricinde "artvin'den kartalımıza sevgilerle", "giresun'dan kartalımıza başarılar" tarzı pankartlar ilgimi çekmişti! aslında bu pankartlar çok da garip gelmişti bana... garip gelen pankartların kendisi değil de içerikleri olmuştu. istanbul'a daha ayak basmamış olan ben; artvin ve giresun'un bir istanbul takımına başarı dilekleri içeren pankartlarına bir anlam verememiştim! "bu nasıl oluyordu?" diye kafamda bin bir düşünce dolaşıyordu, "giresunlu bir taraftar neden 'beşiktaş'a sevgiler' diye pankart yazdırır?" diye düşünmeden edemedim! tabii ki artvin ve giresun için bir genelleme yapmıyorum. bu iki karadeniz şehrinde yaşayan binlerce trabzonspor taraftarının varlığını hepimiz biliyoruz. benim anlam veremediğim istanbul takımlarının kuyruğuna takılanlardı.
bunları düşünürken maç başladı, ama hiç de istemediğiz bir şekilde devam etmekteydi. zaman ilerledikçe skor da hızla aleyhimize gelişiyordu; 3-2 yenik durumdayız.
maçın hakemi erman toroğlu, çok kötü bir maç yönetiyordu. tribünleri çileden çıkartacak düdükler çalıyordu. tribünler koro halinde erman toroğlu'na sinkaflı küfürleri birbiri ardına sıralıyordu. bir pozisyonda gene yanlış düdük çalması sonucu tribünler yine koro halinde hakem toroğlu'na buraya yazamayacağım şekilde topluca küfretmeye başladı.
tribünlerde bunlar olurken, hakem birden ceza sahamız içerisinde bir pozisyonda düüüüüüiütt diye bir düdükle beşiktaş'ın lehine penaltı verdi. işte ne olduysa ondan sonra oldu. tribünlerde kıyametler kopuyor, bu kadar ucuz bir penaltıyı asla kabul edemeyeceklerini yaptıkları davranışlarla haykırıyorlardı. sahaya ayakkabısını bile atan vardı. nitekim o penaltı atışma tribünler izin vermedi. erman toroğlu da maçı tatil etmek zorunda kaldı. çok zaman maçın oynatılması için yöneticilerimiz ve futbolcular uğraş verdilerse de bu maç tamamlanamadı.
tüm minibüsler doldu, bir bizimki hariç
biz de maçtan çıkıp hüzünlü bir şekilde evimize doğru gitmek için tribünleri terk ettik. dışarı çıktığımızda çok garip şeylerin olduğunu gördük. önde beşiktaşlı taraftarlar, arkasından trabzon taraftarı yeni mahalle'den aşağı beşiktaşlıları kovalıyorlardı. beşiktaşlılar saklanacak bir yer arıyor ama bulamıyorlardı. çünkü bordo-mavi haricinde her renk göze batıyordu. tüm bu hengâmede biri kolumdan tuttu, "ahmet ne haber?" dedi. baktım ki bizim köylümüz, minibüs şoförü cemal ağabey, yanında da kazım ağabey. stadın çıkışta yolcu bekliyorlar. kendilerinin 28 plakalı bir minibüsü var ve bu minibüsle her gün trabzon-giresun arası yolcu taşıyorlardı. sonuçta onlar da bizim çok yakın tanıdıklarımız, paramız da yabancıya gitmesin mantığı ile minibüsün içinde bulduk kendimizi. sonra bir kişi daha arabaya bindi ama bizden başka da arabaya binen olmadı. hem onlarda bir hayal kırıklığı oldu, hem de bir an evvel eve gitme isteği bizi oldukça rahatsız etmeye ve bize baskı yapmaya başladı.
yalnız ortalıkta garip bir durum vardı. bizden sonra gelen minibüsler dolup dolup gittiler ama bizim minibüste biz toplam üç kişi yolcu olarak bekliyorduk. sonunda onlarda artık yolcudan ümidini kesmiş olacaklar ki "sahile inelim, belki oradan yolcu buluruz, bulamazsak da devam ederiz." dediler. hareket ettik ama bütün trabzon çok gergin, herkes çok sinirli. abiler "moloz'a doğru bir tur atalım, yolcu buluruz." diye düşündüler. biz de sesimizi çıkaramadık! sadece biraz daha huzursuz olduk. çünkü moloz'a doğru gitmemiz demek bizim eve daha geç ulaşmamız demekti.
yavaş yavaş moloz'a doğru giderken cemal ağabeyin arka kapıdan yarı beline kadar dışarı sarkıp, "vakfıkebir beşikdüzü!" diye muavinlik yaparak yolcu araması da bir fayda sağlamadı. minibüste hâlâ daha üç kişiyiz!
vallaha billaha biz trabzonluyuz kardeşim aha nüfus cüzdanım...
faroz mahallesini geçtikten sonra bize doğru gelen bir grup gördük, yanlarına doğru yaklaşınca birden grubun ellerindeki zincir ve sopaları görünce irkildik. tam yanlarından geçiyorduk ki bizi durdurdular ve minibüsün 28 plakalı olmasından dolayı hesap sormaya başladılar. cemal ve kazım ağabeylerin bu grubu ikna etmek için dökmedikleri dil kalmadı ama nafile... "yok, siz beşiktaşlısınız." dediler...
kazım ağabey kimliğini gösterdi, aracın plakasının 28 olmasının tamamen trafikten kaynaklandığını, minibüslere 61 plakasını daha vermediklerinden bu plakanın da dondurulduğunu, o yüzden 28 plakayı değiştiremediklerini o ortamda uzun uzun anlatmaya çalıştı. çok zaman sonra ikna olacaklar ki bize yol verdiler ama rize istikametine doğru gideceksiniz dediler, biz hareket edince de arkamızdan minibüse atılmadık taş bırakmadılar! biz de çocuk olduğumuzdan korktuk, asıl korkumuz başımıza bir şey gelse evdekilere ne diyeceğiz, korkusu idi... bunu bilen cemal ve kazım ağabeylerin, "biz buradan bu plaka ile çıkamayacağız, siz başka arabaya binin." demesiyle sevincimiz doruğa ulaştı...
biz başka bir minibüsle evimizin yolunu tuttuk ama aklımız da cemal ve kazım ağabeyde kaldı. o yorgunluk ve sıkıntılı anlardan sonra evde yastığa başımı koyar koymaz uyumuşum. sabahleyin onları gördüğümde akşam oradan nasıl çıktıklarını sordum. onlar da gece yarısına kadar beklemek zorunda kalmışlar, gece de plakayı söküp trabzon'dan öyle çıkabilmişler ancak... tabi yeni boyadan çıkan minibüsteki taş ve göçükleri görünce ne büyük bir tehlike atlattığımızı daha iyi anladım...
bir kere daha altını çizmek isterim. bundan yirmi yıl önce bir grup giresunlu'nun beşiktaş'ı desteklemek için avni aker'e gelmesinden tabii ki tüm giresunluları sorumlu tutmuyoruz. giresun bizim komşumuz ve binlerce giresunlu'nun trabzonspor'a gönül verdiğini biliyoruz. bizim sözümüz karadeniz sahillerinde oturup da istanbul takımlarını tutanlara.
şiddeti tasvip etmiyoruz ama trabzon'da bordo mavi haricinde renk görmeye de tahammülümüzün olmadığının bilinmesini istiyoruz.