bize iki mağlûbiyet verirken takımımızın bütün eksikliklerini enerjik bir oyunla kapatmak gibi kıymetli bir meziyyet kazandığını da göstermiştir...
ikinci yenilişimiz nasıl oldu?.
münih, 4 — arkadaşımız yazıyor:
size ikinci maç tafsilâtını münihten yazıyorum.. şimdi araya giren iki gün, geçen maçları ve bilhassa ikinci maçı daha rahat ve daha esaslı gözden geçirmeye ve daha sakin mütalea serdine, hüküm yürütmeye imkân bırakıyor...
evvelâ şunu tebarüz ettirmek isterim. yugoslavyadaki maçlar ve bilhassa ikinci karşılaşma; şiddetli çarpışmalar halinde geçmiştir. ilk gün oyuncularımızı caddeden otomobillerle geçerken alkışlayan belgrad halkı, maçın ilk devresinden sonra tamamen aksi hislerin içine düşmüştür ve bu hâl ikinci maçta maalesef seyircilerin sahaya yürümelerine kadar dayanmıştır. ben bu harekette şu haleti ruhiyenin müessir olduğunu zannediyorum:
kendi sahalarında millî olsun, klüp takımı olsun merkezî avrupanın namlı timlerini kolayca yenmeye alışık olan yugoslavlar; birinci maçta bizim takımda buldukları kuvvetli bir karşı koyma kudreti karşısında galibiyetin kendi taraflaırna, umdukları kadar kolay geçmiyeceğini anladılar ve o zaman kazancı bir ihtirs şiddetile arzulamaya başladılar.. devrenin ilk dakikalarında tesadüfî bir gol yiyen türk milli takımı çok büyük bir enerji ile kendi takımlarına aman vermiyor ve hareketile galibiyetin kapısını çalıyordu. hakikaten diyebilirim ki kırmızı - beyaz formalı takım 923 senesinden beri yaptığı beynelmilel müsabakaların hiç birinde bu derece enerjik bir oyun çıkarmamıştır. geride bir dinamo gibi çalışan takım kaptanı hüsnüden başlayarak takımın bütün oyuncuları bu çok kuvvetli rakip önünde tecrübe noksanlıkları mı, milli maç yadırgamalarını, yabancı saha ve halk aleyhtarlığını, her şeyi, her şeyi yalnız enerji ile alt etmeye çalışmışlar ve bunda da muvaffak olmuşlardır. mağlûbiyetlerin iki gol farklı oluşunu bunda aramalıyız. yoksa iki takımın oyun kıymetleri arasındaki fark haddi zatinde 6 - 5 gollük bir farktır. ve böyle bir farkla yenilmeyişimizi de doğrudan doğruya çacukların şayanı hayret enerjisine medyunuz.
birinci maçtan sonra yugoslav federasyonu reisi diyordu ki:
— yugoslav milli takımı şimdiye kadar 107 beynelmilel temas görmüştür. fakat bu 107 rakip içinde bu derece enerjik oynayan takıma ilk defa rast geliyor..
bizim takımda şimdiye kadar bu taraf eksik görünürdü. halbuki belgradda da bizim takımda görülen yalnız, gayret, canlılık, canını dişine takarak oynamak, yırtınarak fedakârane çalışmak olmuştur.
ben bunu kazanç hanesine yazılacak bir meziyet olarak gözüyorum. ve belgradı, oradaki bizden adamları mağlûbiyet üzüntüsü içinde bırakarak münihe hareket ederken mağlûp bile olsa bu derece kazanmak hevesile oynayan bir takımımız olduğunu düşündükçe müteselli oluyordum..
işte yugoslav takımının beklemediği halde çarpıldığı bu enerjik oyun onlarda aksi tesir yaptı. ve bundan bilhassa kalk müteessir oldu. stada gelirken, oyuncuları alkışlayan rasihin ilk golünü tebrik eden halk beraberlik vaziyetine geçtiğimizi görünce misafir takımın aleyhine döndü. ve bu hâl ikinci maçta sahaya, oyuncularımızın üzerine yürümek derecelerine vardı.
her ne ise bu şayanı esef sahneyi unutarak ikinci maçın hafızamda kalan bazı çizgilerini burada tebarüz ettireyim:
hava yağmurlu olduğu için mi, yoksa bu ikinci maç birinci derecesinde ehemmiyetli olmadığından mı nedir, stadda bin beş yüz kadar seyirci var.. bizim takım bazı noktaları değiştirmek suretile şöyle tertip edilmişti:
hüsameddin (f.b.) - yaşar (f.b.), faruk (g.), sonra adnan (izmir) - m. reşat (f.b.), hasan (ankara), riza (g.) - selim (ankara), sait (izmir), rasih (g.), rebii (g.), fikret (f.b ), sonra niyazi (ankara).
yani dört oyuncu güneşten, dört oyuncu fenerden, değişenle beraber dört oyuncu da ankara ve izmirden..
hakem yine italyan barsalina.
yugoslav takımı hücum hattında ve geri müdafaada değişiklik yaparak daha ziyade yorulmamış oyunculardan mürekkeb.
bizim takımın iki kıymetli elemanı hüsnü ile niyazi, birini kaşı, birinin gözü sarılı olarak bizimle beraber maçı takip ediyorlar.. işte oyunun kısa bir anlatışı: maçın ilk muvaffakiyetli hareketleri bizdedir. rasih ve fikret iyi anlaşarak ve kombinezona açık selimi de katarak tehlikeli hücumlar yapıyorlar... fakat netice alamıyoruz.
8 inci dakikada yugoslav santrforu ferdi bir hareketle kalemizin önüne kadar indi ve ilk golü kolayca yaptı.
13 üncü dakikanın uğursuzluğu yine bizim kaleye çattı. soliç ikinciyi attı.
biraz sonra daha büyük bir kayıp bize... fikret bir çarpışmada ayağı sakatlandığından maçı terketti. biraz sonra hüsnü ve niyazinin yanında yer aldı. onun yerine rebii geçti. içe de ankaralı niyazi.
biraz sonra kaleye yakın bir yerde kazandığımız firikiki biz kaçırırken, yugoslavlar üç beş dakika sonra kornerden gelen şandeli orta muhacimin içeri atmasile üçüncü golü yaptılar.
devre bu farkla 3 - 0 bitti.
ikinci devrede daha fazla gol yiyeceğimiz umulurken bizim takımın milli maçtaki parlayışına şahit olduk.. bu devrede 20 - 30 uncu dakika arasındaki 10 dakikalık kısa kısım müstesna - top hep bizim takımın sevk ve idaresine tâbi idi. bütün çocuklar daha farklı bir mağlûbiyete düşmemek ve hattâ bu üç golü telâfi etmek için gayret içinde çırpınıyorlardı. hattâ muvaffak da oldular.
38 inci dakikada saitten gelen pasın rasih tarafından iyi kullanılması neticesinde kaleye çok yakın mesafeden bu maçın şeref golünü de yaptık..
oyun bizimkilerin bıkmayan, yorulmayan hücumları arasında 3 - 1 aleyhimize bitti.
bu maçlarda en büyük eksikliğimiz böyle beynelmilel müsabakalara karşı olan ünsiyetsizliktir. en büyük meziyetimiz de enerji...