15 günlük balkan seferinin başı, ortası ve sonu buydu, bu üç çizgi arasındaydı.
şimdi, her mağlûbiyetten sonra olduğu gibi, milli takım işleri konusunda ağır sözler söylenecek, yöneticiler kadrosunda değişiklikler olacak ve bu kötü bilânço bir kaç «başı» yiyecektir. türkiye'de futbolun kaderi budur. ve kaderi değiştirmek için ciddi hiç bir tedbir alınmamıştır. bizde galibiyetler savaş başarısı olarak kabul edilir. mağlûbiyetler de savaş bozgunu...
biz şunu istiyor ve bekliyoruz: hastalığımıza artık bir teşhis konulmalı ve hastalığın futbolcuların ayaklarında değil, futbolumuzu daha geniş anlamıyla sporumuzu idare eden anlayışta olduğu kabul edilmelidir. kendi aramızdaki sohbetlerde «türkiye'de spor işleri başından sonuna kadar bozuktur, büyük bir reform yapılmalıdır» diye konuştuğumuzu hatırlayınca, bir, iki mağlûbiyetin yarattığı tepkiye hayret etmemek elden gelmiyor.
bugün sporumuz, bırakalım bu sahada öne geçmiş memleketleri, şu son maçlarda da bizi üç beş maçta on, on bir gol atan balkanlarla boy ölçüşecek seviyede midir? bunu tartışalım balkanlar; bulgaristan, romanya, yugoslavya, yunanistan, hattâ arnavutluk bugün spor alanında, yıllar önce kurdukları düzenin bir sonucu olarak sporda bir varlık olarak karşımıza güçlü ekipler çıkarmaktadırlar. çünkü işi temelden sıkı tutmuşlardır. çünkü sporcunun eğitimini ön plânda ele almışlardır, çünkü iyi sporcuların, iyi imkânlar içersinde, iyi tesislerde yetiştiğini kabul etmişlerdir, çünkü neticeleri bir yüz metrelik yarışın, bir 60 dakikalık sürenin dışında değerlendirmişlerdir. sporun temeli önce eğitimdedir. netice sonra gelecektir. kısacası vereceksin, sonra isteyeceksin. vermeden almaya kalkarsan bugünkü karışıklığa çâre bulmana imkân yoktur. o zaman ahmet gider. mehmet gelir. mehmet de gider, ahmet'i tekrar çağırırsın. sonunda, sınırı aşacak yolu bulamayacağı için ahmet de gidecektir. yıllardır spora yön veremeyenlere bir kere daha bağırıyoruz. sporda bir varlık olmak istiyorsak; bizi bu aydınlık yola çıkaracak tek yol bir ihtilâldir spor ihtilâli.