bu maçta sarı-koyu lacivert parçalı formayı giymişiz. ayrıca bu maç için kullanılan soyunma odaları ile ilgili olarak:
''imogene'lilerin* papazın bağı çayırı* karşısındaki köşe başında, lazari'nin kahvesinde rahat rahat soyunacaklarını biliyorduk. bu ahşap kahve sonra yıkıldı, yeri boş kaldı. ya bizimkiler nerede soyunacaktı? dam altı bulmak zordu. çayır ortası büsbütün olmazdı. birer muhallebi, aşure, kaymaklı ekmek kadayıfı ne bulurlarsa yemek karşılığında o gün kuşdili çayırındaki zeynel ağa mı, kamil ağa mı tam olarak hatırlamıyorum, fakat zannederim zeynel ağa olmalı, onun muhallebici dükkanı ile anlaştılar. gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıvalı, uzun boylu, avurtları çökmüş, küt burunlu, sert ve kalın sesli, sırım gibi sağlam yapılı bir müslüman arvanut olan muhallebicinin kazan kaynattığı küçücük dükkanın arka bahçesindeki daracık bir odamsı yerde, birbirine karışmış aşure ve muhallebiyle kümes kokusunun içinde soyunup fidan gibi çayıra çıktılar.''
(...)
''25 kasım 1906'daki imogene maçı günü, ingiliz deniz erlerinin hepsi bir örnek, tek tip, ütülü, lacivert pantolonlarla, sımsıkı fanila gibi lacivert şayak ceketlerle, uçları fiyonk siyah kurdelelerin üzerinde geminin ismi sarı yaldızlarla yazılı, kar gibi beyaz keplerle, ciladan geçmiş gibi perdahlı tıraş edilmiş kırmızı suratlarıyla kuşdili çayırına gelip, kimseye aldırış etmeden, kendi aralarında şakalaşarak çamurlu çayırın nemli havasına kokusu hiç bizimkilere benzemeyen ingiliz tütünü dumanını savura savura cakalı bir şekilde lazari'nin kahvesine girdiler.
orada kalantor müşteriler gibi ağırlandılar ve bu bizim çok ağırımıza gitti. gerçi onlar memleketimizde misafirdi ve itibar görmeleri normaldi ama sanki evsahibi onlarmış gibi kasılmaları gözümüze batıyordu. biz de bu memleketin çocukları olarak formalarımızla gelmiştik ama öyle güler yüzle karşılanıp ağırlanmamıştık. bizi tek tek, her birimiz kendi hesabına gelmiş kesesinin yettiğince müşteri olarak görüyorlardı. hem de lazari'nin kahvesinde bulunması beklenen misafirler de değildik. zambaoğlu bahçesi'ne giden yolun köşe başındaki muhallebici dükkanına sığınan müşterilerdik o kadar... yine de bir yere sığınabildiğimiz için memnunduk. on bir kişinin sarı ve koyu lacivert bir formayla çayıra çıkabilmesi bize mutluluk vermeye yetiyordu. biraz sonra savaş meydanına çıkıp, imogene'e ve istanbul'un türk olmayan lig alemine boyumuzu gösterip galatasaraylılık şanını gösterecektik. o günkü futbolcularımız bu işi inançlarına yaraşır bir cesaretle başardılar.''