işte böylece balkan turnesini bitirdik. üç maç, iki mağlûbiyet bir beraberlik... yedi gol yedik.. üç gol attık. temsili maçı saymazsak milli maçlardaki bilançomuza matematik görünüşü ile iç açıcı denemez.
sofya’da, her şey tersine gitti. bükreş'de iyi başlamıştık, kötü bitirdik. sofya’da kötü başlayıp, iyi bitirdik. eğri oturup doğru konuşalım; hiç de ayıplanacak bir tarafı yoktu mağlûbiyetin. hele o ikinci yarıdaki 20-25 dakikalık başarımız... bu yanda, bulgar'lara âdeta nefes aldırmayan takım, ilk yarıdaki silik, silik ne kelime sahadan kaybolan takım değildi. her şey değişmişti. kaleciden, solaçığa kadar. metin’li forvetimiz, bulgar müdafaası önünde zorlayıcı bir tempo ile oynuyordu. evet, her şey değişmişti şimdi. 25 bin seyirci adeta paniğe uğrayan bulgar takımını ıslıklıyor, protesto ediyor ve bu gürültü arasında metin mustafa’dan ogün'e, ogün'den bulgar kalesine ortalanan topa dimitrov ve penev'le birlikte sıçrıyordu. kalenin tam arkasında idim.. gördüğüm şu oldu: metin gole hazırlanıyordu. altın kafalarından birini daha gösterdi bulgar'lara, kaleci deianov, delikanlımızın kafasından çıkan bu mermiyi ancak ağların dibine saplandıktan sonra görebilecekti. gol bir ümit ışığı idi. oyun değişmişti. bulgar’lar bir türlü kendilerine gelemiyor ve biz daha üstün oynuyorduk. halûk, 56. dakikada, boş bulgar kalesine ayağındaki fırsatı gönderiverse maç 2-2 olacak ve biz «işte hakkımız olan beraberliği aldık» diyebilecektik. ama oyun bir kere daha değişecekti.
70. dakikada, solaçıktan çok bir santrfor gibi defansımıza saldıran debarski, uzaktan savurduğu şutla bulgar takımım kurtaracaktı. bu, öylesine sert, öylesine kahredici bir darbeydi ki... metin'in attığı golden sonra asparuchov’la, kot-kov’u oyundan çıkaran ve iki yeni oyuncu alan rakiplerimizi üçüncü gol, halkın ıslıklarından da kurtarmıştı.
sonuç: bulgar'lar maçın ilk devresindeki gibi müthiş bir sür'atle ve bütün fiziki ağırlıkları ile tekrar yüklenmeğe başladılar. bu ağırlığa bizim defans dayanamazdı tabii... dördüncüyü de yedik. ali, sağiçin bu şutunu şâhâne bir çıkışla yumrukladı. hatâlarını ve heyecanını affettiriyor demiştik. ikinci bir hareket yapmasına imkân kalmamıştı. yumrukladığı top artık ali'nin değildi. şerefin ve şükrü’nün işi idi bunu uzaklaştırmak. günün başarılı ve şanslı oyuncusu solaçık yakından dokunuverdi.
maç, iki gerçeği ortaya çıkardı. bulgar'ların bizden üstün olan tarafı, en iyi şekilde ve fazla sayıda şut atmaları idi. biz kaleye kadar olan bölge içinde zaman zaman onlardan iyiydik. fakat, onlar gibi darbe indirici değildik. biz de bulgar'lar gibi şut atabilseydik, sonuç bu olmazdı.
15 günlük seyahatin sonunda söyleyeceğimiz son söz, dış sahalarda artık müsbet bir tesir bırakmağa başladığımızdır. elbet de galibiyet isteriz. netice elbette ki, gönlümüzde yatan arslandır. fakat bunu istemek için sadece bir 90 dakika kâfi gelmemektedir. başarı için kabiliyetli olmak kâfi değil. yine söylüyoruz; mesele 90 dakikanın ötesinde ve fark; futbolu idare eden kafamızda ve anlayıştadır.