ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
önce istanbul sonra her şey bozuldu
şu izmir'de oynadığımız ve 3-1 kaybettiğimiz son dünya kupası grup eleme maçı, 35 yıl önce istanbul'da yapılsa idi, ne milli takım'ımız bir yuhalanan, bir alkışlanan çirkin bir tostun arasında sıkışıp kalır, ne de teknik direktör, istifaya kadar varan bir hamağın içinde, bir açık tribüne, bir kapalı tribüne doğru savrulup durmazdı.
çünkü, 35 yıl öncesi seyirci bilinci, estetik algılama yetisi, kötü oynayan takımın çevresinde bir eşek arısı sürüsü gibi vızıldamaz, futbolu sadece kendi takımının üstüne yığılmış bir öfke ve sevinç tepinmesi yapmaz. güzelliği kim daha güzel yuvarlıyorsa, hayranlıkların ve alkışların yönü, o takımın, "mecburi istikamet" yazan otobanı olurdu.
çünkü, 35 yıl önceki seyirci, bu günün 90 dakika boyunca, kime neden niçin bağırdığı belli olmayan, öfkelerinin içinde delirme raddelerine gelip kafasında ve göz bebeklerinin içinde estetik kırıntıları zerresini bile taşımayan bir seyirci değildi...
35 yıl önceki seyirci, bu günün hiçbir psikolojik, pedagojik, patalojik testlerden sıçrayacakları çok şüpheli yığınlara karşılık, özellikle 17-18 yaşındaki genç kesim, şayet maça 3 saat önce gelmek zorunda iseler, ellerinde varlık yayınevi'nin küçük cep kitaplannı taşırlar ve hakem düdüğü ötünceye kadar çenelerini sadık gösteriler için paralamazlar, zamanı london'u, istrati'yi, steinbeck'i, caldwell'i ve sait faik'le haldun taner'i tanımak gibi, hiçbir güzellikle değiştirilmeyecek bir edebiyat idmanının buğulu dünyasında yüreyerek tüketirlerdi...
o seyirci, 1947 yılında isveç aik takımı ile istanbul'a gelen ve ayaklarını bir futbolcudan çok bir balet kurnazlığında kullanan sarışın carlsson'u omuzlarda taşımıştır. o seyirci, macar deak'ı şeref stadı'nda oynadığı bir ujpest-beşiktaş maçından sonra, denizden gideceği moda burnu'ndaki manopalas oteli'ne kadar 50 motorluk bir konvoyla kadıköy'e dek takip etmiştir. seyirci, türkiye-fransa dünya ordulararası finalinden önce, "bugün türkiye'yi yenemezsek, ben maçtan sonra bir canlı fare yerim" diyen ünlü kopa'nın oteline müsabakadan sonra, çikolatadan bir fare maketi gönderecek kadar, espri sahibi zarif ve çelebi idi...
inönü stadı, 1947 yılının sonunda açılmıştır. 1947'nin sonunda açılan inönü stadı'nın açık ve kapalı tribünlerinin seyirci tuvaletlerinden kışın bırakın soğuğunu, sıcak su akardı. soyunma odalarına giden koridorlar şerit halılı, ışıl ışıl ışıklı, kenarlarında dev saksılı renk renk begonya ve kasımpatı ile örülmüş bir bodrum bahçesini andırırdı. soyunma odalan pırıl pınldı. bir futbolcunun maç öncesi ve sonrası için gerekli her türlü araç-gereç ve konfor vardı. zemini, bünyan ve kayseri halıları kaplardı. 1985'lerde ise, inönü stadı'nın dediğim yerlerini dolaşmaya kalkarsanız, yüzünüze ve burun deliklerinize, bir çöp istasyonunun iğrenç mezbeleliği ile, kokuların en çekilmezi yapışacaktır.
35 yıl, seyirci ve tesiste ne erozyon yapmışsa, aynı erozyon ejderhası, adamlığın başına da pala sallamıştır. hamdi emin çap, a. sami yen, yusuf ziya öniş, orhan şeref apak, hasan polat'la yani "devlet içinde devlet" olan insanlarla şekillenen futbol federasyonu koltuğunda şimdi erdoğan ünver oturuyorsa, türkiye'de hangi cenaze namazlarını kılmak gerektiği açık seçik bellidir.
türkiye, bir futbol tutkunu ve gerçek bir seyirci olan şükrü saraçoğlu gibi başbakanlardan hayatında eşofman giymemiş başbakanlara pupa yelken dümen tutmuşsa, bunu sadece demokrasinin, "oyların getirdiği sonuç" felsefesine bağlamamak gerekir...
* * *
istanbul'un burjuva semtlerine hiç bakmayın. zengin çocuklarının ayakları bmw'nin gaz pedalında, elleri deniz sürat motorlarının direksiyonlarında... oralardan futbolcu çıkmaz.
futbolcu güneşliköy, gaziosmanpaşa, sefaköy, beşyüzevler gibi istanbul'un fakir semtlerinden, gecekondu kesimlerinden çıkacaktır.
bugün oralardan futbolcu çıkaramayışınızın sebebini kalemler kalemi üstat çetin alton, olanca tekrarlarla sütununda germektedir.
dört ve dörtten fazla çocuk sahibi olan 4 milyon aile, türkiye'nin ve özellikle istanbul'un en büyük kuluçka sorunudur ve bu hatalı kuluçkanın ürünleri, türkiye ve istanbul'u eksik vezinli bir nesille donatmakta, türkiye'yi gelecekte, "kaliteli adam" açığına doğru korkunç bir hızla sürüklemektedir.
türk milli takımı, 1954 yılında dünya kupası finallerine son kere katılmıştır. bu takımın altyapısı 1945'ler ve 1950'lerde istanbul'daki bine yakın semt sahalarının varlığı idi.
şimdi istanbul'da ne var? yeşillik olarak karşıda sadece karacaahmet mezarlığı var...
dünyanın her mutfağında patates ve bezelye garnidir, yemeği olmaz... sen, 600 yıldır patates ve bezelyeden 10 çeşit yemek yapmayı sürdürüp, mutfağını aynı zevksizlikte tutuyorsan, dünya kupası finallerine gidecek bir milli takım, daha yığınla yıl, mideleri patates ve bezelye ambarı olan midelerden çıkmaz...