ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
izmir'deki milli maç ve futbol devleti gerçeği
wimbledon aristokratı celal ulug'dan, türk futbolu için şimdi kapılarını kapatmış bir wembley naklen yayını dinleyelim... o, 5-0'lık yenilginin altından çok sular aktı ama, ne kadar su akarsa aksın, gerçeklerin, takvim yapraklan ile birlike kopartılıp yok edilmesi mümkün değil...
"...futbolda olsun, diğer branşlarda olsun, artık türkiye kafile başkanlannı en az bir yabancı dili kusursuz konuşan kişilerden seçmelidir. bu seçim yapılmadığı sürece, avrupa'da konuşan türkiye'yi, futbolda saygınlık basamağına basmış türkiye'yi yaratmamız asla mümkün değildir..."
"... türkiye içinde iken, biz bize iken, her türlü densizliği denemek serbesttir... ama uefa veya fifa'nın reglamanında olan bir maça gelirken, futbol federasyonu mutlaka oynayacağı ülkenin, futbol federasyonu'nun önüne, oyunculann önce soyadının, sonra adının yazıldığı bir esami listesi bırakmak zorundadır. sadece isimlerin yazıldığı türk milli takım'ı listesini ingilizlere kabul ettirmek için sadece göbeğimiz değil, her tarafımız çatladı. adamlar ukala katiyen, kati haklı... çünkü, elektronik cihazlar, önce soyadının, sonra adının yazılmadığı bir esami listesini kesinlikle hafızasına kaydetmiyor..."
"... takım listemiz tetkik edilirken k. hasan (küçük hasan) ve b. hasan'ın (büyük hasan) önündeki (k) ve (b) harflerine takılan ingiliz futbol federasyonu genel sekreteri, bunun manasını bana sordu. kendisine b. hasan'ın (big hasan), k. hasan'ın (little hasan) olduğunu söyleyince, adamın kahkaha atmaktan nerede ise bel kayışı kopup pantalonu yere düşecekti... sonuç, türkiye'yi avrupa'da artık bu harf komedisinden kurtarmak gerekiyor..."
"...maçtan 10 gün önce menajer bobby robson'dan bir idman randevusu istedim. kararlaştırılan gün ve saatte robson'un özel jaguar arabası otelin önünde idi. ingiliz milli takımı'nın devamlı kamp ve idman yaptığı londra'nın 60 kilometre dışındaki federasyon tesislerine geldiğinde, idman sahasının su içinde olduğunu gördüm. hayret, oysa londra'ya aşağı yukarı 15 günden beri yağmur yağmıyordu. şaşkınlığımı tesis sorumlusu yakalamış olacak ki, kısa bir açıklama ile alıklığımı kesiverdi... bu saha her sabah saat altıda elekronik arazözlerle, çimi besleyen ve diri tutan vitaminli su ile sulanırmış... o gün idman, çift kale idi. maç başlamadan sahanın dört bir tarafından yerden açılan kapaklardan oyun alanı bir kamera kuşatmasına uğradı... ben yine afalladım... afallamış celal'i tam afallamış şaban'dan kurtarıp, afallaşmamış celal haline getiren yine tesisin sorumlusu oldu. bu elektronik kameralardan her biri, sahada kaç futbolcu varsa tek tek onlara kumandalı imiş. kim ne yapıyor ne yapmıyorsa saniye saniye banda geçiyor. ertesi gün mister robson, takımı film salonuna alıyor ve tek tek oyunun içinde yapılan ferdi ve kollektif hataları futbolcularla tartışıyormuş..."
kameraya şimdi biz "zoom" yaptıralım... ingiliz futbol imparatorluğundan bizim bedevi çadırına düşelim...
şahap sayın bey, geçen gün ağzını müjdeli (!) açtı... "istanbul 5 yıl daha çamurdan kurtulamayacak" dedi. sebep?.. genel müdür 3 yıl büyüklerin bir yıl boyunca istanbul sahalarını istedikleri gibi kullandıklarını itiraf etti. bu devlet aczi değilse, darülaceze de darülaceze değildir...
dört pilon dikip, onları ampulleyip istanbul'u gece maçı oynamaya müsait hale getirememek, hem evrensel bir ayıptır, hem de devlet aczidir.
inönü stadı'nın su tesisatını, kalorifer düzenini değiştirmeyip, stat altındaki o batılı insanı iğrendiren ve de güldüren o mezbeleliği, olduğu gibi tutmak devlet aczidir.
kışın bir çirkin bataklık haline gelen, üstünde değil insanların, hayvanların bile yürümekten çekindiği o ali sami yen stadı'nın etrafını bir greyderle düzeltmeyip asfaltlamamak, devlet aczidir. statlarda anons edildiği halde şoförü gelmeyen cankurtaranlara kontak açtırmamak, devlet aczidir. statlarda görevli sıhhiye ve doktorların eline ilk yardım çantası diye bir asker bavulu vermek, devlet aczidir...
şükürler olsun ki, sayın gibi çok sayın genel müdürler sayesinde, türkiye'de devlet bir türlü 52 milyonun devleti olamıyor, 250 ailenin devleti olmanın aristokratik yalnızlığını sür dürüyor.
yarın izmir'de romanya ile dünya kupası grup eleme maçlarının sonuncusunu oynayacağız. kelle sayısı belki 30'u, 40'ı bulacak, binlik yığınlar yine müsabaka boyunca, "türkiye... türkiye" diye bağıracak.
fakat bir dev gerçek yarın da bağırsak, yarından sonra 100 maç daha bağırsak, değişmeyecek...
bu kafalar kafa olarak kaldıkça, veya bu kafalar kafa olmaktan bıkıp futbol topu bile olsalar, türkiye'nin "futbol devleti" olabilmesi, 50 fırınlık ekmek değil, daha 50 yeni yılı yemesi gerekiyor...