yıllar önce bir yerel gazetenin yaptığı ankette sarıyer’in en meşhur şeyinin ne olduğu sorusuna cevap aranıyordu. böreği, balığı , martısı , kedisi , suyu ve hatta delisi (evet, delisi. “son durak sarıyer” vecizindeki alaycılığın nedeni olsa gerek) gibi seçeneklerin bulunduğu anket neredeyse her şıkkın eşit oy almasıyla sonlanmıştı. aslında bunda şaşılacak bir şey yoktu, hele ki “beyaz martı” lakaplı futbol takımının logosunda s harfini oluşturan iki balığın olduğu düşünülürse…
istanbul’un karadeniz ve marmara’yı birleştiren ve şehrin curcunasına hem yakın hem de bir o kadar uzak kalan bu semt ütopik bir yerleşim birimi görünümünde. en azından ormanlarının değişik sebeplerle katledilmediği zamanlar öyleydi ve sarıyer ütopyayı futbol sayesinde tecrübe etmişti.
istanbul’un 4. büyüğü, avrupa fatihi sarıyer
1982-1994 ve 1996-1997 yılları arasında o zamanlar süperliğine atıfta bulunulmayan en üst ligde mücadele eden sarıyer, aldığı başarılı sonuçlarla büyüklerin belalısıdır. üstelik 10 dönem başkanlık yapan ve halen ülkenin önde gelen zenginlerinden erdal aksoy’un maddi gücü sayesinde önemli yıldızlarını da bünyesinde tutmayı başarmaktadır. şimdilerde arama motoruna “sarıyer” ve “ünlü oyuncu” kelimelerini girdiğinizde karşınıza sadece ilçede ev satın alan veya kaza geçiren aktör ve aktrislerle ilgili haberler çıksa da rıdvan dilmen,sercan görgülü, selçuk yula, cemil turan, erdal keser, saffet sancaklı, tarık hodzic ve daha birçok ünlü futbolcu sarıyer forması giymişti.
aslında bu isimlerden benim için en ilginç olanı ülkeyi kasıp kavuran yugoslav futbolcu furyasının hediyesi boşnak sead çelebiç. sarıyer’de halen eski tüfeklerin ondan bahsettiğini duyabilirsiniz; yürürken topu ve arkadaşlarını koşturan, asist krallığına oynayan ve duran topları şahane kullanan tipik bir yugoslav oyun kurucu… sarıyer dolaylarında “rıdvan’ı şeytan rıdvan dilmen yapan adam” olarak bilinen çelebiç’in bir diğer özelliğiyse ülkemizde “koşsam real madrid’de oynardım” sözünü sarf eden ilk futbolcu olması. aslında cevad prekazi’nin de aynı cümleyi sık sık kurmuş olması dönemin ehlikeyf yugoslav maestroları hakkında ilginç bir detay olsa gerek.
ebedi puan tablosunda averajı artıda olan ender takımlardan sarıyer, en üst ligde geçirdiği sezon başına en yüksek puan toplamış takımdır ki ligdeki bu başarılar avrupa’ya da yansıyacaktır; sarıyer, ahmet suat özyazıcı yönetiminde katıldığı balkan kupası’nda otelul galati’yi mağlup ederek bu kupayı fenerbahçe’den sonra türkiye’ye getiren ikinci takım olur. (daha sonra samsunspor da aynı başarıyı tekrarlayacaktır)
90′ların sonunda bölgedeki inşaatların yasaklanmasıyla yatırımın kesilmesi kulübün yetim kalmasına neden olur, yavaş yavaş inilen basamaklar bir daha çıkılamaz.
taraftar gözüyle sarıyer
ben yukarıda anlattığım döneme yetişemedim. zaten hayattaki en büyük pişmanlıklarımdan ikisi shankly yönetimindeki liverpool’a ve metin-ali-feyyaz’lı beşiktaş’a yetişememektir ki bu dönemler insana elinde olmayan durumlar yüzünden pişmanlık yaşatacak denli güzel dönemlerdir. benim yetiştiğim sarıyer’in hiçbir özelliği yoktu. eskinin karikatürü bile sayılamayacak, sıradan bir alt lig takımı…
ama benim için önemliydi; farklı takımlara gönül verdiğim babamla evimizin yakınlarındaki statta maç izlemek halen çok güzel bir eylem benim için. sarıyer maçlarında futbolun en saf halini buluyorum; reyting kaygısıyla mide bulandıran eylemlere meze edilen “süper” bir klasmanın takımı olmaması en büyük etken. ayrıca sanırım bir de ingiltere’deki yerel futbol taraftarlığı olgusuna olan hayranlığım…soğuk bir kış günü tribünde bir yandan ısınmaya çalışıp diğer yandan vasati bile sayılamayacak futbola tahammül ederken desteklediği tek takım colchester olan tanımadığım bir taraftarla empati kurmamı sağlayan bir şey bu. itiraf edeyim, benim için iki haftada bir pazarları gittiğim sarıyer maçları 90 dakikalık birer günah çıkarma seansı.
hayatım boyunca sarıyer’i gördüğüm en yüksek klasman bugünün 1. ligiydi. 2004/05 sezonunda burada oynamaya hak kazanan takım semte büyük bir heyecan yaşatmıştı, yerel bir gazetenin hediye ettiği ufak boy bir posterin odamın duvarında kendine yer edindiğini hatırlıyorum. ne yazık ki bizimkisi avrupa’da örneklerini çok gördüğümüz peri masallarından değildi; çıktık ve indik. aklımda kalan en canlı anı şubat ayında oynanan bir karşıyaka maçında kale arkasındaki tribünden bir sıranın yoğun kar kütlesi yüzünden çökmesi, bir de maçı kaybetmemiz.
o günler geride kaldı. artık sarıyer maçlarında stat dolmuyor. hem küresel ısınma diye bir şey var; kar kütlesi yüzünden tribünde çökme oluşması en azından istanbul’da imkansız. yine de güzellikler var görmesini bilene ; üç tribünlü statta dozajı ayarlanamadan çekilen şutlarda topun sokağa kaçması, futbolculardan birinin bir akrabasının var gücüyle ona sesini duyurmaya çalışması, alt liglerin kendine has oyun yapısı, maç esnasında sahaya yakın uçan martılar, tribünde büyük takım taraftarlarının yaptığı tezahüratları kendince modifiye edip kakafoni yaratan bıçkınların aksi istikametinde, kale arkasında oturan bir grup eski tüfeğin santra öncesinde bağırışı; “haaaydi sarıyer!”
takımın mevcut durumuna gelince; akıntıya teslim olmuş şekilde dolaşan köhne bir kayık gibi. sakaryaspor, kocaelispor ve daha birçok güzel takımın başına gelenler düşünüldüğünde kayığın tek tesellisi en azından şelaleye kapılıp çarptığı kayalıklarda paramparça olmamak. yuvarlanıp gidiyoruz işte…
not: mevcut kadrosunda kılıçarslan kopuz, önder turacı, murat hacıoğlu ve mustafa’nın ağabeyi sinan pektemek gibi tecrübeli isimlere sahip takım 13 haftada 10 beraberlik, 2 mağlubiyet, 1 galibiyet alarak inanılması güç bir tablo çizdi. ayrıca grubunun averajı sıfır olan tek takımı.