ilk basımı 2002 olan islam çupi'nin "futbolun ölümü" kitabından;
skor yazarlığı tüp patlatıcılığı
türk futbolu ve ligin büyükleri her hafta sonu stadlarımızda gözlerimin önünde ve kalemimin altında... başı tutmuşlardan beşiktaş, fenerbahçe ve galatasaray, ligin başlayan ikinci devresinde pek "mız-mız" bir futbol temposu içinde, silindir gibi, bir puan yapım yolunun, şantiye başları değildir. galibiyetler ıkına sıkına... takım oyunu ve tempo, sanki dargın mahallenin sakinleri örneği selamsız sabahsız...
buna karşılık özel tv'lerin gözlerimizin önüne monte edilmiş beyaz camlarında, hemen hemen her gece, batı'dan çıkmış ve doğu'yu kasıp kavuran bir fırtına, gözümüzün rahat açılmasını önlüyor. kâh ingiltere, b. almanya ve italya, kâh bir lig veya kupa maçının naklen yayını türkiye akşamüstleri ya da gecelerinde patladığında, yığınların dikiz istikâmetleri hangi keyifte odaklaşıyor bilmiyorum ama, beni korkutuyor şahsen... bizim bize karşı oynadığımız oyunlar, ne kadar hızsız hırssız, ferdi ve kolektif beceri yoksunu ise, onların onlarla icra ettiği futbol da, her bakımdan kalitenin gökdeleninde oturuyor.
fark az belirgin değil, korkunç...
bu işin kesin telafisi ne?.. türk futbolunu mutlak bir korumacılık zırhına sarmalayıp, süleyman bey gibi, dış futbol mallarının gümrük duvarlarını mı yükseltsek?.. uçakta bunları düşünüyorum hep...
türkiye'de futbol günlerimiz bir dolu yıl, kuru konuşmalar ve yaşlı gözlerle geçmiş. profesyonel kulüpleri, futbol adamı haline getirememişiz. eğitim konusunda bir otel komisini, bir araba vidası sıkıştırıcısını okul zorunluluğu için kafasından yakalamışız da, sıra futbolcunun diplomasına gelince, bütün kitapları yırtmış, kara tahtaları beyaza boyamışız. ne profesyonelliği öğretmişiz futbolcuya ne de yaptığı işin kendisi için meslek olduğunu... profesyonel futbolcu yer, içer, yatar. profesyonel futbolcu için haftada 5 saatlik bir idman bilançosu bile kendisi için azaptır, ıstıraptır, hatta biraz fantazyası ile, insan haklarına aykırıdır belki de...
profesyonel futbolcu mankenlik yapar. profesyonel futbolcu seminerlerin, panellerin abone konuşucusudur. profesyonel futbolcu kendi işini kurar, kendi işinin kovalayıcısı, kendi senet ve çeklerinin koşucusudur. karışık ekonomik şablon yüzünden, kafasının içinde, hiç temizleyemediği bir örümcek ağının esaretine sarmalamıştır kendisini... yaşam, sorumluluk ve sorumsuzluk rehberi öyle çok sayfalı ve kabarık bir almanak haline gelmiştir ki profesyonel futbolcunun, o kâğıt yığınında, o insanın "esas işini" bulmak, okyanusta pirinç tanesi bulmak kadar imkânsızlaşmıştır artık... profesyonel futbolcunun istikrarı da yoktur; profesyonel maçların sonuçlarının da... sonra 40 yıldır dekorunu değiştiremediğimiz bir kahramanlar kasabası...
kızıl tuğ romanındaki "bamsı beyrek" hâlâ avrupa'daki futbol terörümüz. bir varışta file yırtan, direk koparan "bamsı beyrek..."
suyu bitti bitecek, sakarya'dayız hâlâ... millet illet oldu, şimdi bile millet'iz. süngümüzü demir ellerimizle kavradığımızda, alimallah avrupa'da kesemeyeceğimiz ne mortadella kalır ne domuz pirzolası ne de italyan ve macar salamı... 40 yıldır hamasetten, futbol hadımıyız... yeni b. almanya uçağında, eski düşünceler... her zaman olduğu gibi, her yeni maçtan önce taze umutlar, bayatlamamış bir inanç, kulaklarımda hiç modası ve bakaliti değişmeyen bir plak... "en büyük türkiye, başka büyük yok."
maçın sonunda, maçın sonucu önemli değildir; bizler için... nasıl olsa türkiye'de skor yazarlığı önemli değil... önemli olan gaz vermek... tüp patlasa da bu kazalara 40 yıldır şerbetliyiz.
yanık yerlere bir koli diş macunu sıkıp, on tane de yumurta sarısının yağını sürersek, yarın turp gibi ayaktayız.
bir dahaki maçta, tüpü tekrar patlatmak için yine bekleriz, efendim...
3 mart 1992
not: yazı 19. hafta oynanan maçların ardından yazıldığı için bu maça girdim...