ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
oynadı, kazandı, ama çişini yapınca kaybetti. tahlil sonucu idrarında efedrin bulunması maradona'nın 94 dünya kupası'nı çok kötü bir biçimde kapatmasına neden oldu. efedrin, amerika birleşik devletleri'nde ya da diğer birçok ülkede uyarıcı bir madde olarak kabul edilmezken, uluslararası yarışmalarda kullanılması yasaktı.
bu olay büyük bir yankı uyandırdı ve ünlü futbolcunun ahlaki açıdan yargılanması ve ağır eleştirilere maruz kalması, tüm dünyayı sağır edecek kadar gürültülü patırtılı oldu. ama bu arada onu savunanlar da vardı, üstelik bunlar arjantinli de değildi: bangladeş gibi uzak bir ülkede sokaklarda yürüyerek fifa aleyhinde gösteri yapan halk, onun tekrar yuvaya dönmesine izin verilmesini istedi. onu yargılayarak mahkûm etmek kolaydı, ama maradona'nın yıllardır en iyi futbolcu olmak gibi bir günahı işlediğini unutmak o kadar kolay değildi. üstelik, güçlü düzenden yana olanların susmasını emrettiği halde, onun bazı şeyleri avazı çıktığı kadar bağırarak açığa vurmasını ve özellikle sol ayağıyla oynamasını bağışlamak mümkün değildi, çünkü "sol" kelimesi sözlükte "yapılması gerekenin karşıtı" olarak tanımlanıyordu.
diego armando maradona, maç öncesinde hiçbir zaman kuvvet artırıcı türden ilaçlar almamıştı. kokaine bulaştığı doğruydu, ama onu da bazı eğlencelerde unutmak ya da unutulmak istediğinde, belki de şöhretten bunaldığı ya da şöhretsiz yapamadığı anlarda alıyordu. kokain kullanmasına rağmen, herkesten iyi oynadığı da bir gerçekti.
maradona, aslında kendi şahsiyetinin ağırlığı altında eziliyordu. seyircilerin onun adını ilk kez haykırdığı günlerden beri omurgasından rahatsızdı, ayrıca bacakları da ağrıyordu ve bu yüzden hap almadan uyuyamıyordu. sahaya bir ilah olarak çıkmanın verdiği stresin yükünü daha fazla taşıyamayacağını anlamakta gecikmedi; bir kere ilah oldu mu, bundan kurtulması mümkün değildi. maradona şöhretin zirvesindeyken şöyle diyordu: "bana ihtiyaç duyulmasına ihtiyacım var." ve şöhrete ulaştıktan sonra herkes ondan insanüstü bir gayret göstermesini bekledi; ama o kortizondan, ağrı kesicilerden ve hayranlarının yakın takibinden ve alkışlarından, düşmanlarının nefretinden usanmıştı.
ilahları devirme zevki onlara sahip olmak ihtiyacıyla doğru orantılıdır. ispanya'da goycochea, maradona'ya topsuz alanda arkadan tekme atarak onun birkaç ay sahalardan uzak kalmasına neden olduğunda bu kasıtlı cürümün faili olarak kendisini eller üstünde taşımaya kalkan fanatiklerin sayısı oldukça fazlaydı. üstelik tüm dünyada birçok kişi, sefaletten top sayesinde kurtulup zengin olan bu küstah ve kendini beğenmiş şöhret budalasının devrilişini coşkuyla kutladı.
maradona, napoli'de oynamaya başlayınca, azizlik mertebesine yükseltilerek ismi aziz maradonna'ya çevrildi. napoli'nin azizi gennaro'nun adı da aziz gennarmando oldu. bu yeni ilahı, başında meryem ana'nın tacı, sırtında altı ayda bir çıkarılıp halka gösterilen kutsal manto, altında da şort olduğu halde gösteren afişler sokaklara asılırken, bir yandan da kuzey italya kulüplerinin temsili tabutları veya silvio berlusconi'yi gözyaşları içinde gösteren hatıra şişeleri satışa sunuluyordu. çocuklar ve cins köpekler, maradona'nın saçlarına benzeyen peruklarla sokaklarda dolaştırılıyor, dante'nin ayaklarının altına bir top yerleştiriliyor ya da denizkızı heykeline napoli takımının mavi forması giydiriliyordu. ama bu çılgınlıklar hoş görülmeliydi, çünkü şehrin takımı elli yıl aradan sonra ilk defa şampiyon oluyordu; vezüv yanardağı'nın gazabına uğramış, sahalardan hep yenik ayrılmış olan napoli, maradona sayesinde açık tenli kuzeylileri hezimete uğratmıştı. artık bir kupadan öbürüne koşan napoli, italya'nın ve avrupa'nın sahalarından başı dik olarak ayrılıyor ve rakiplerine atılan her gol mevcut düzene karşı yapılmış bir başkaldırı, tarihten alınmış bir öç yerine geçiyordu. milan'da ise durum tamamen farklıydı; güneyli sefillerin inlerinden çıkmalarına yardım eden, bu işin esas sorumlusundan ölesiye nefret ediliyordu. biraz kilolu oluşu nedeniyle milanolular ona, "kıvırcık saçlı jambon" adını takmışlardı. bu nefret yalnızca milano'ya özgü değildi: 90 dünya kupası'nda seyircilerin büyük bir kısmı, maradona'nın ayağı topa ne zaman değse müthiş ıslık ve yuhalamayla onu protesto ediyordu. ve arjantin almanya karşısında yenilgiye uğradığında italyan seyircisi sanki italya büyük bir zafer kazanmış gibi sevindi.
maradona, napoli'den ayrılmak istediğini söyleyince kıyamet koptu; bazıları maradona'ya benzeyen balmumundan büyü bebeklerine iğneler saplayıp pencereden aşağı atmaya başladılar. kendisine tapan bir şehir halkının ve şehrin efendisi mafyanın elinde mahkûmdu o. ne var ki maradona'nın en büyük rakibi kalbi ve bacaklarıydı; işte o zaman kokain kullandığı haberiyle bütün dünya çalkalandı ve maradona adı bir anda marakoka'ya dönüştü; o artık kahraman bozuntusu bir uyuşturucu bağımlısıydı.
daha sonraları buenos aires'te televizyon maradona'nın tutuklanışını canlı olarak yayınladığında onun polis tarafından götürülüşünü bazıları adeta bir futbol maçı seyreder gibi zevkle izlediler.
onun için "hasta" dediler, "işi bitti" dediler. güney italya'nın başındaki tarihî laneti kaldırmak için davet edilen bu mesih, yalnızca bu görevi başarmakla kalmamış, aynı zamanda arjantin'in falkland adaları'ndaki yenilgisinin öcünü, ingilizleri birkaç yıl topaç gibi döndüren iki muhteşem gol atarak almıştı. ama yıkılış ânı geldiğinde, bir zamanların altın çocuğu'nun yaptıkları unutulup ona bir düzenbaz gözüyle bakıldı; düşmanlarına göre, kendisini bir ilah gibi gören maradona, çocukları hayal kırıklığına uğratmış ve futbolun şerefine gölge düşürmüştü. artık onun bir ölüden farkı yoktu.
fakat bu ceset bir sıçrayışta ayağa kalkmayı başardı. kokainden dolayı cezasını çektikten sonra maradona, 94 dünya kupası'na katılmak için son imkânını da ateşe atmak zorunda kalan arjantin karmasını yangından kurtaran itfaiyeci oldu. herkesten daha iyi oynayan maradona, o eski güzel günlerine döndü deniliyordu ki, birden o malum efedrin skandali patlak verdi.
ama futbolda gücü ellerinde bulunduranların kararı kesindi: maradona kendilerini aldatmıştı, bu suçun bir bedeli vardı ve bu bedelin peşin ve indirimsiz olarak ödenmesi gerekiyordu. düşmanlarına güvenmekle maradona, asılacağı ipin ilmiğini yine kendisi boğazına geçirmişti, yolu üzerinde kurulan tuzaklara balıklama dalmasına neden olan o çocuksu saflığının ve boşboğazlığının cezasını şimdi ağır bir şekilde çekiyordu.
bir zamanlar ellerinde mikrofonlarla devamlı onun peşinden koşan gazeteciler şimdi onu kibirli ve öfkeli olmakla suçlayıp çok konuştuğu gerekçesiyle eleştiriyorlardı. haklı olabilirlerdi, ama maradona'nın affedilmemesinin nedeni bu değildi: asıl neden, söylediği şeylerin bazılarının hoşa gidecek türden olmayışıydı, ağzında bakla ıslanmayan bu ateşli, bastıbacak futbolcu yukarıdakileri eleştirmeyi alışkanlık edinmişti, bu suçun affı olmazdı. 1986'da meksika'da ve 1994'te de amerika birleşik devletleri'nde futbolcuları öğle vakti kızgın güneşin altında oynamaya mecbur eden televizyonun mutlak hâkimiyetinden devamlı olarak yakınmış ve çalkantılı futbol hayatı boyunca belki de bin kez söylediği sözlerle arı kovanına çomak sokmuştu. gerçi tek asi futbolcu o değildi, ama çekilmez sorularla uluslararası boyutlarda yankı uyandıran tek ses onunkiydi: uluslararası iş hukuku'nun kuralları neden futbolda uygulanmıyordu? bir sanatçı sunacağı gösterinin her ayrıntısını biliyordu da, futbolcular, çokuluslu futbolun muazzam servetinin gizli hesaplarını neden bilmek zorunda değillerdi? havelange başka işleriyle meşgul olduğu için bu sorular karşısında suskun kalmayı tercih ediyordu. hayatında ayağı bir kez olsun topa değmeyen, ama zenci şoförlerin sürdüğü sekiz metrelik limuzinlerden inmeyen fifa'nın tanınmış bürokratı joseph blatter, bu sorulara şu sözle karşılık verdi: "arjantin'in yetiştirdiği son as futbolcu di stefano'dan başkası değildir."
sonunda maradona, 94 dünya kupası'ndan ihraç edilince, çim sahalar en çok alkış toplayan bu dik başlı futbolcusunu kaybetti.
maradona'nın dilini tutamadığı doğruydu, ama sahada koşmaya başladığında da kimse onu tutamazdı; bir yaptığı sürpriz hareketi bir daha tekrar etmeyen,şeytanlıklarıyla herkesin ağzını açık bırakan bu oyuncu bilgisayarları yanıltmaktan büyük zevk alırdı. gerçi çok hızlı bir futbolcu değildi, ama topu adeta ayağına yapıştırarak oynar ve sanki ensesinde gözü varmış gibi arkasında olup biteni görürdü. onun sanatsal futbolu sahayı aydınlatırdı. arkası dönükken kaleye doğru bir yarım daire çizerek ya da röveşatayla attığı bir golle yahut binlerce rakip bacak arasına hapsedilmişken, gönderdiği bir pasla maçın kaderini belirlerdi. rakiplerini çalımlayarak atağa bir kalktı mı onu kimse durduramazdı.
bu adam, kazanmayı zorunlu kılan asrın sonlarındaki bu soğuk ve zevksiz futbola, oynadığı güzel oyunuyla renk katan ender simalardan biri olarak her zaman hatırlanacaktır.