ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
gece kıyametlerin koptuğu meydan tam bir ana baba günüydü. ama ortada hiç ingiliz yoktu. bu hayra alamet değildi. her yer sarı-kırmızı. meydanda değil yürümek adım atmak bile zor. sanki ali sami yen stadı'nın çevresi. köftecisinden, dönercisine kadar her şey var. gözler ingiliz arıyor ama etrafta tek tük bayanlı erkekli arsenal taraftarı var. onlar da bizimkilerle hatıra fotoğrafı çektiriyordu. zararsız yani. bu ortama çıkmak için deli olmak gerekir. adam linç olur valla. nereden baksan on bin türk'ün bulunduğu meydanın türkleşmiş halini görünce gazeteciler biraz rahatladı. olay çıkma ihtimalini sıfıra indirdiler. yaşar saygı oradan oraya koşturup duruyordu. vedat hâlâ dün gecenin yorgunu. o da aşağıdaki barlar sokağına gidip, nöbete başlıyordu. yaşar saygı gece olayın çıktığı barın hemen önünde. gazeteci de sırtındaki çantayı meydanda bir bankta oturan cem şengül'e bırakıp yeniden bu barın önüne gitti. türk basınının tümü, bu barın önünde hepsi sokağa adeta kamp kurmuştu. hepsi yerlerde. adamlar zorla kavga çıkartacak. zaten bizim türk basınını iki ülkenin sınırına koyun, ertesi gün savaş çıkar.
cadde ana baba günü. ingilizler ortada pek yok ama bar dolu. içeriden çığlıklar geliyor. ama zararsız. kimi ingilizler sıcak ve sıkışıklıktan dışarıya çıkmış, ellerinde şişeler sohbet ediyordu. ortada en ufak rahatsız edici bir hava yoktu. türk medyasının değerli kişileri naklen yayın araçlarıyla birlikte meydanın sağ tarafında üslenmiş, olay bekliyordu. bu arada bardan dışarıya gelip geçenlerin üzerine bira fırlatılmaya başlandı. oradan geçen herkes kafasına yediği birayla sırılsıklam oluyordu. yine hava gergin değildi, herkes gülüyordu. bu arada geceki saldırgan türk grubu yavaş yavaş bu barın önüne gelmeye başladı. bir ara gazetecinin gözü bir türk'e takıldı. uzun saçlı, esmer bir delikanlı. belli ki azgın, kavga bekliyordu. bardan yaşlı bir ingiliz çıktı. adam daha öğlenden sarhoş. bizim cesur türk, adamın yanına gitti. yaşlı sarhoş adamın suratının ortasına üç tane tokat çaktı.
yaşlı ingiliz şaşkın. hemen barın içine girdi. türk'ün ağzı kulaklarına vardı. "senin de iki tokada ihtiyacın var ya neyse, belanı bizden bulma. ulan ne istiyorsun yaşlı adamdan!" bizim bıçkın delikanlı belli ki almanya'dan, sormaya bile gerek yok. türkçe'sinden belli.
sonra bara bir grup ingiliz daha geldi. bu ingilizlerin üstünde sarılı arsenal formaları vardı. hepsinin yüzleri buz gibi. gazeteci ortadan kaybolan vedat'ı telefonla aradı: "kardeşim istersen buraya doğru yavaş yavaş yürü. burada tehlike kokluyorum." "tamam geliyorum. burası zaten kuru. ama biraz önce yaklaşık yüz kadar ingiliz, sizin oraya doğru değil ama caddeye doğru gitti."
vedat da hemen gelip, yaşar saygı'nın paralelinde yerini aldı. gazeteci de cem şengül'e doğru gidip, "istersen gazeteyi ara. yine bir şeyler olabilir" dedi. cem daha "tamam" demeden, barın oradan bir çatırtı koptu. türkler bir anda meydanın içine doğru hareketlendi. arkalarından ingilizler. ingilizler birkaç türk'ü orada tokatlayıp, caddenin hemen soluna doğru hareket ettiler. meydanın tam karşısında durup beklemeye başladılar. meydan ise birden hareketlendi. binlerce türk meydanın yanına doğru sarktı. aradaki yol sanki birden sınır olmuştu. artık bir şeyler geliyordu. herkes durumun farkındaydı. bir tek polis farkında değildi. ama bu kez ingilizler öyle dayak atılacak gibi değiller. polis meydanın önüne gelerek küçük bir barikat kurdu. iki taraf arasında yaklaşık 20 metre var. basın mensupları da polisin yanında. ingilizler bira şişelerini havan topu gibi galatasaraylı taraftarların üstüne atıyordu. aynı şekilde bizimkiler de karşılık veriyordu. ancak ingilizler yerlerinden bir türlü kıpırdamıyordu.
gazeteciler tetikte bekliyordu. tenis maçı gibi bir onlara bir ingilizler'e bakıyorlardı. vedat yanına geldi. "bence dikkatli ol. bu herifler bir şeyler planlıyor. bunlar böyle beklemez. beklerse bir şey var demektir. ben çok şüphelendim. biz hazır olalım" dedi. vedat sonuna kadar haklıydı. hemen yaşar saygı'yı da uyardılar. o da bizden daha tecrübeli olduğu için durumun farkındaydı. bütün türk basını birbirini uyararak hazırlandı sanki sessiz bir alarm çalınmıştı. çünkü holiganlar bu tür kavgalarda öncelikle basma saldırırdı. o yüzden herkes kendini bir şekilde korumak için önlem almaya başladı. tabii kavga ederek değil, en kısa yoldan kaçarak. gazeteciler organize olmaya çalışırken meydanın kenarında bekleyen türkler'i de bir yandan uyarmaya çalışıyorlardı. "beyler dikkatli olun." tabii kimse ilgilenmedi. herkes güldü geçti. o anda ingilizler'in hemen önünde toplanan türklerin arka tarafında bir hareketlenme oldu. tüm türkler öndeki ingilizleri bırakarak, arkaya doğru döndü. şöyle bir yükseğe çıkıp arkaya doğru baktı gazeteci. "aman allah!"
yaklaşık 300 kişilik bir ingiliz grubu "yaaaaaaa" diye bağırıp meydanı dolduran türklere bodozlama daldı bir anda büyük bir panik yaşandı. ön taraftaki türkler otomatikman arkaya doğru koşmaya başladı. bu büyük bir hata oldu. caddenin önünde bekleyen, hareketsiz gözüken diğer ingilizler aynı çığlıkla bir anda caddeyi geçti ve yine bizimkilere daldı. ortalık toz duman. bir anda herkes birbirine girdi. kadınların, çocukların çığlıkları, tekmeler tokatlar... meydandaki kafelerin sandalyeleri, masaları havada uçuşuyordu. polis aynı yerdeydi ama izliyordu hem de heyecanla. adam böyle bir şey görmemiş ki. iki ingiliz grubu meydanın ortasında bir anda birleşti. bizimkiler meydanın dört bir yanına dağıldı. sarı - kırmızıdan geçilmeyen meydanda bir anda kimse kalmadı ingilizlerin dışında. meydanın ortasında bekleyen ingilizlere bir grup daha katıldı. yaklaşık 600 kişi meydanın ortasında toplanıp beklediler. gazeteci bir duvar kenarına çekilip kendine iyi bir seyir yeri kaptı. vedat ile yaşar saygı en ön cephede. bir yandan onları takip ediyordu, bir yandan da ingilizleri. o anda meydanın yan köşesinde mavi t-shirtli bir genç gördü. aynı filmlerdeki gibi eliyle bir takım işaretler yapıyordu. sonra daha dikkatli bakınca hemen karşıda ve onun elli metre yanında aynı t-shirtleri giymiş birkaç kişi daha var dı. hepsi meydandaki ingilizlerle işaretleşiyordu. ama kimse onların farkına varamadı. bu kişiler kavgaya bir an bile girmedi. hep dışarıdan izlediler. ingilizler meydan köşelerinde biriken türklere doğru saldırmaya başladı, inanılmaz bir görüntüydü. adamlar yakaladıkları türkleri neredeyse linç edeceklerdi. bütün türkleri meydandan sürdüler. onbeş dakika boyunca meydanın her köşesine saldırdılar. tam bir gerilla savaşı yapıyorlardı. meydanda artık tek bir türk yoktu. grup daha sonra habercilerin bulunduğu naklen yayın arabalarına saldırdı. orada bulunan türk taraftarlar hemen arkada ki belediye binasına sığındılar. allahtan kapıyı açtılar.
haberciler ise hiçbir yere kaçamadılar. bir haberci kız naklen yayın arabasının önüne yatmış korkudan kasıla kasıla ağlıyordu. iri yarı bir ingiliz yanına geldi. şöyle bir baktı. kızın poposuna bir tokat atıp oradan ayrıldı. gazetecinin gözü bir ara mehmet ali birand'a takıldı. koca adam kendini yere atmış, sığınacak yer arıyordu. grup cnn türk'ün arabasına saldırdı. minibüsün kapısı tam zamanında kapandı. adamlar neredeyse minibüsü devireceklerdi. bu arada yerdeki bütün kabloları kopardılar.
insan kendine yediremiyordu olanları. gerçeği söylemek gerekirse bizi o meydanda perişan ettiler. 500 kişi, binlerce insanı neredeyse falakaya yatırdı. bizden de direnen çoktu. ancak dikkat edildiğinde direnenlerin ve dişe diş kavga edenlerin çoğunun istanbul'dan gelen gençler olduğu gözüküyordu. almancıların hiçbirisi ortada yoktu. bizimkiler de organize değildi, ortada kişisel birkaç çaba vardı ama o da yeterli değildi. bir ara birkaç ingiliz bizim gazetecilere saldırdı. leeds'de sigara içtiği için laf yiyen gazeteci harun arslan, bir tanesini yere yatırmış kafasına bisiklet indiriyordu. daha sonra meydanın ortasında orta yaşlı bir adam gördük. elinde bir kemer vardı. öğrendiğimize göre oğlu da yanındaymış. koca adam tek başına savaştı. kemeriyle kafa göz yardı ama garibanın yemediği kalmadı. daha sonra bu gözü karanın fotoğrafı bizim gazetede çıktı, istanbul'a döndükten sonra fotoğrafını görünce bizi aradı. hikayesi çok ilginçti.
"oğlumla tivoli parkından çıktık. elimizde dondurma vardı. meydanın halini gördük. ingilizler bizimkileri dövüyordu, ilk kez yurt dışında bir maça gidiyorum. bizim oğlan gaza geldi. 'baba bizimkileri dövüyorlar. hadi dalalım' dedi.
ben koca adamım. ama oğlan diretiyor. türklük adına hücum baba' diye bağırdı. 'hadi ulan' deyip ben de daldım. adamların ellerinde şişeler var. bende bir şey yok. hemen kemeri çıkardım, daldım kavgaya. adama vuruyorsun, vuruyorsun gülüyor. şaşırdım kaldım. üç tane kaburgam kırıldı. hay gitmez olsaydım" ama olsun delikanlı bir kavgaydı. bıçak korkusu, tabanca korkusu hiç yoktu. bire bir, teke tek. bu yaşımdan sonra herhalde böyle bir şey yaşayamam bir daha. bunun gibi birçok görüntü vardı meydanda. orada bulunan türkler yavaş yavaş organize olmaya başladı. ama yetersizdi. bir ara galatasaray amigosu sebo geç de olsa bir grup toplamıştı, ingilizlere saldırdı. meydanda dalacak yer arayan ingilizlere sol kanatlarından girdi. kurt sürüsü sebo'nun grubunu görünce geri döndü. geri dönen grup gazetecinin üzerine doğru geldi. o anda fark etti. ingilizlerin başında leeds'deki cenazeye gelen o iri kıyım adam vardı ama üzerinde arsenal forması bulunuyordu. tam bu sırada bir çığlık duydu.
o kargaşada bile bu çığlık açıkça duyuldu. gazeteci kafasını çevirdi. show tv'den bahri havadır gazeteciye gel diye işaret ediyordu. yine bağırarak "gel öleceksinnn!" dedi. gazeteci kafasını çevirdi, iki grubun tam ortasındaydı. herkes ona doğru geliyordu. gazeteci hayatının koşusunu yaptı. bu arada sebo'nun grubu dağıldı. çünkü sayıları çok yetersizdi. gariban sebo bir anda tek başına kalıverdi. ama doğrusu iyi direndi. ingilizler tekrar meydanın karşısına geçip caddeye çıktı. orada öyle durup beklemeye başladılar. tüm bunlar olurken polis yine seyirciydi.
bu arada meydanın karşısında bulunan kafedeki müşteriler dışarıda bulunan masalarında bir yandan kahvelerini içiyorlar, bir yandan da olayları izliyorlardı. para versen böyle film izleyemezsin. gazeteci onlara gıptayla baktı... bırak kahveyi su diye inim inim inliyordu garibanlar, ingiliz grubu bir anda sağa doğru dönüp o kafeye doğru aynı çığlıkla saldırıya geçti. sanki normandiya çıkarması.
kafeye öyle bir daldılar ki kim var kim yok dağıldı. kahveciler bir anda telef oldu. en çok yaralı da o kafeden çıktı. kafenin sahipleri hemen kapıları kapayınca dışarıda kalanların yemediği dayak kalmadı. ingilizlei'de hiç acıma yoktu. yerde yatanların kafasına kafasına vuruyorlardı. gazetecinin gözü yerdeki bir sakallıya takıldı. adam belli ki türk. öyle vuruyorlardı ki kesin öldü diye baktı adama. sonradan bu kişinin aykut ışıklar olduğunu öğrendi. o sırada arka taraftan türk taraftarlara takviye kuvvetleri geldi. sebo yeniden ortalığı toparladı. onlar da kafeye daldı. kafe tam bir can pazarı haline geldi. takviye kuvveti daha güçlü çıktı. iki ingiliz'i yakaladılar. diğerleri de tam tornistan geri gitti. o iki ingiliz ışıklar'dan beter oldu. olayı izleyen gazeteciler bile öylesine doldular ki kavgaya karışmamak için kendilerini zor tuttular. gazeteciler meydandan yavaş yavaş ayrılıp polisin yanma doğru gittiler. o sırada polisler megafonu alıp kendi dillerinde bir şeyler anons ettiler. bir danimarkalı gazeteci söylenenleri tercüme etti. anons sis bombası atılacağını bildiriyordu. ama sadece kendi vatandaşları için uyarı yapıyorlardı. bir anda polis, bombaları meydana doğru fırlatmaya başladı. gazeteciler polisin yanında olduğu için rahattı. ama ne hikmetse o anda şiddetli bir rüzgar çıktı. hem de polislere ve gazetecilere doğru. meydan bombalarla dağıldı ama gaz bombalarının oluşturduğu sis perdesi rüzgarla gazetecilere doğru geliverdi. bir anda herkesin gözü cayır cayır yandı. kaçacak delik yok. arkalarındaki otele gittiler. adamlar olaylar nedeniyle kapıyı kapamışlar. gazeteciler kapıya yapışıp bağırmaya başladılar.
ne gezer açan yok. adamlar pis pis gazetecilere bakıyordu. bu arada içeride türk müşteriler var. gazetecileri tanıyınca hemen otel görevlilerinin boğazlarına sarıldılar. içeride de bir arbede yaşandı. ama türkler sonunda gazetecilere kapıyı açtırdılar. herkes içeriye tuvalete koşup yüzlerini yıkadı. ama gözdeki acı hemen geçti. bu işlerde tecrübeli haberciler daha sonra bombaların light gaz bombası olduğunu söylediler. bizim polisin bombası olsaymış, saatlerce kimse kendine gelemezmiş.
yaklaşık onbeş dakika sonra herkes yeniden dışarıya çıktı. sahne savaş filminin, savaş sonrası sahneleri gibiydi. her yer yaralı doluydu. ambulansların biri geliyor, biri gidiyordu. gazeteci hemen arkadaşlarını aramaya başladı. neyse ki vedat sağ salim oradaydı. makinesindeki fotoğrafları kontrol ediyordu. ama yaşar saygı bir köşede kıvrılmış ağlıyordu. sis bombaları tam tepesinde patlamış. dolayısıyla herkesten daha fazla etkilenmişti. görüntü almak zorunda olan tüm haberciler perişan halde yerlerde yatıyordu. kimi sopa yemiş, kimi yumruk yemişti. ama herkes birbirine yardım ediyordu. orada bugüne kadar basının kendi arasında hiç yaşamadığı bir dayanışma vardı. herkes birbirine yardım ediyordu.
o anda yağmur başladı. öyle böyle değil. tam bir sağanak. bir bu eksikti. bir anda sucuk gibi oldu herkes. meydan terk edilmiş gibiydi. ambulansların biri geliyor, biri gidiyordu. belediye binasına sığman türkler yavaş yavaş ürkek gözlerle dışarıya çıkmaya başladı. danimarkalılar da şaşkın bir şekilde savaş sonrasını izliyorlardı. tam o sırada iki yüz kişiden oluşan bir türk grubu geldi meydana. bunlar yeniydi. ellerinde bıçaklar ve sopalar slogan atıyorlardı. bazıları şişelerle dükkanların camlarını kırmaya çalışıyorlardı, ingiliz avına çıkmışlardı. ama ne çare ki artık ortada tek bir ingiliz yoktu. belki de çoktan maça gitmişler ya da bir barda durum değerlendirmesi yapıyorlardı. kim ne derse desin. bu olayda ingilizler türkleri bal gibi dövdüler. hem de iyi bir benzettiler. ancak bu olaydan hemen sonra yine olaylara katılan birkaç ingiliz'in konuşmasına şahit oldum. adamlar sağ olsunlar bizim de hakkımızı verdiler. konuşma aynen şöyleydi: "son yıllarda katıldığım en iyi olaydı. türkler de iyiydi. iyi savaştılar doğrusu. bize hiç kimse böyle direnememişti."
daha sonra anlatılanlara göre bu olay danimarka'nın ikinci dünya savaşı'ndan sonra gördüğü en büyük toplumsal olaydı. kopenhag polisi bir daha ingilizlerin ya da türklerin bulunduğu bir finali almamaya tövbe etti. meydandaki kafelerin zararları belediye tarafından ödendi. yaralı ve tutuklular ekim ayına kadar ülkeden ayrılamadılar. kopenhag belediyesi orada yaşayan türk basın mensuplarına şu uyarıyı yaptı: "bu meydan tivoli meydanı değil. yanlış yazıyorsunuz. burası belediye meydanı. tivoli'nin adı lekelenecek."
ingilizlerin bulunduğu bar yaklaşık onbeş gün kapandı. danimarka polisi 15 mayıs 2000 tarihinde yaşanan bu olayların tümünü görüntüledi. söylenenlere göre bugün bile hâlâ polise ders olarak gösteriliyormuş ve danimarka polisinin yapısı bu olayla daha farklı bir hale gelmiş. yaralılar arasında yaşlı adamı döven türk de vardı. yaşar saygı ve vedat danacı birbirinden güzel sayısız fotoğraf çekti. hepsini gazeteye gönderdiler. ama gazete yabancı ajanslardan gelen fotoğrafları kullanmayı tercih etti. bu hepimizi çok üzdü. çünkü adamlar canlarını tehlikeye attılar, ama masa başındakiler fotoğrafları es geçtiler.
uefa iki kulübü de çok sert bir şekilde uyardı. hatta kulüplere çektiği gizli mesajda bir daha bu tür olayların meydan gelmesi halinde iki ülkenin de uzun yıllar cezaya çarptırılacağını bildirdiler.
kopenhag olaylarının son tutuklusu ise çarpışmadan iki yıl sonra kopenhag hapishanelerinden türkiye'ye geri gönderildi. ilk gece yaralanan arsenalli taraftar ise maçtan sonra yine arsenal'in özel uçağı ile londra'ya geri döndü.