ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
maç günü... sabahın erken saatleri. anıtmezar haline getirilmiş bir abidenin çevresindeki çiçekler sinir bozucuydu. çoluk çocuk orada sabah sabah dua ediyor ve çiçek koyuyordu. istanbul'da ölenleri anıyorlardı. çevre yine türk gazetecilerle doluydu. herkes nöbet başında. "ya bir saldırı olursa!" "ya bir olay olursa!" ortalık yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlıyordu. polis giderek gücünü çoğaltıyordu. dünyanın gözü bu karşılaşmada... reha muhtar ve ali kırca, ekipleri ile beraber çoktan yerini almışlardı. her yer bir çadır tiyatrosu gibi... saatler ilerliyor, maç saati yavaş yavaş geliyordu. televizyon ekiplerinin kurdukları sahra çadırlarında konukların ardı arkası kesilmiyordu.
tansu çiller bir yanda, altan öymen bir yanda... çillerin üzerinde beyaz bir takım. her televizyon kamerası önünde makyajını ayrı ayrı düzeltiyordu. fırtınada beyaz eteğini zor tutuyordu. o sırada yağmur bardaktan boşalıyordu. göz gözü görmüyordu. ama çiller asla vazgeçmiyordu. spor yazarları, köşe yazarları hepsi televizyon için sırada...
olayın kahrını çeken spor muhabirleri yine en ön cephede biraz gariban kalmıştı. haberciler ise devriyede. sanki adamlar lübnan'da, ya da doğuda pkk peşinde. hepsi bir hava, bir hava. burunlar kaf dağında. biz bu olayları çok gördük der gibiler. laf aramızda çoğunu kopenhag'da gördük. kaçacak delik arıyorlardı. kimsenin maça gireceği yoktu. dışarıda olay kolluyorlardı. hava kurşun gibi ağırdı. gerilim giderek yükseliyordu. ama gerilimi artıracak tek türk yoktu. sadece basın. onlar da yetiyordu zaten. spor basını işini yapmak için içeriye girdi. haberciler dışarıda kaldı. bazılarını bir hangara kapamışlardı. içeride bir televizyon. "buradan çıkmayın" demiş polis.
bir ara bir fırtına kopuyor. "uğur dündar'lara saldırdılar!" sahiden saldırmışlar. birkaç cam kırılmış, ama içeridekilerin hepsi tam siper... dışarıda birkaç holigan türk televizyonculara saldırmış... ama fazla hasar yok... gazeteci artık stada girmek üzere. son tur deyip, yine stadın çevresini dolaştı.
eski bir dost: graham souness. "hocam ne haber?" "aman. fazla dolaşma. kafana bir leeds şapkası giy. hemen arazi ol! adam felaket habercisi. kim tutar zaten. gazeteci hemen stada girdi. dışarıda kalanlara allah kolaylık versin.
içerisi bir başka alem. hem de ne alem. basın tribünü halkın arasında. azgınlarla baş başa... laf atanlar, pis pis bakanlar, arada küfürü sıkıştıranlar hepsi orada. sahada foto muhabirleri daha kötü durumda. filmleri seçmek için tribünden yürümek zorundalar. okkalı tükürükler, tekmeler ve hatta tokatlar... bir aklı evvel galatasaraylı futbolculara garip, çirkin siyah bir antrenman forması giydirmiş. sözde onlar da yasta. bizim çocukların ellerinde çiçekler. tabii bu davranış tepki çekti.
stad adeta uluyordu. inanılmaz bir uğultu. bir başlıyorlar şarkıya, herkesin tüyü diken diken. böyle bir koro yok. stad kırkbin kişi. hepsi birden söylüyor. sanki ulusal marş. böyle bir seyirci ne gördük, ne duyduk. zaten leeds seyircisini görenler, o günden bu yana asla unutamaz. o seyirciden sonra hiçbir seyircinin tadı olmadı. yıllardır "en çok türk seyircisinden korkarız" edebiyatı orada bizim için son buldu. favori her zaman ingilizler yani leeds seyircisi ama tabii holigan olmadıkları zamanlar.