sene 1998, tabiri caizse anadolu'nun bağrında büyümüş, bu kocaman şehre yeni taşınmış, asy'yi hep televizyonlarda görmüş 15 yaşında bir çocuk. taşınmalarının henüz ilk haftası, ev denilecek yerde koliler, bavullarda giysiler, kitaplarını yeni odasının yerlerine koymuş hem de; dolabı monte edilmediği için. alışılmadık o nem nefes bırakmıyor ailesinde, kendisi bir tur atmış bostancı civarında, en yakın kitapevini bulabilmek için. daha hangi okula devam edeceğini bile bilmiyor, fen lisesi'nin yedek listesinde çünkü. gazeteleri okuyor boşluktan, galatasaray'ın maçı var istanbul'da o gün. rakip gençlerbirliği.
halihazırda istanbul'da yaşayan amcası ziyarete ve yardıma geliyor doğal olarak. canının sıkıldığını gördüğü yeğenine dönerek:"sen neden gitmiyorsun ki maça?" diyor. çocuğun aklı karışıyor, daha yedirememiş aklına, yıllardır tutkuyla tuttuğu takımla artık aynı şehirde yaşayacağını. "nasıl?" diyor amcasına. "şu yoldan aşağıda doğru in, lunaparkın orada ışıklar var, karşıya geç, dümdüz yürü, sabit bir pazar göreceksin, o bitince oradaki büfelere sor çift katlı otobüsler nereden kalkıyor diye, bin bir tanesine, köprüyü geçtikten 5 dakika sonra stadın orada inersin, biletini al, izle maçını"
çocuk afallıyor, bu kadar kolay mı ki o koca galatasaray'ı izlemek... bir saniye bile düşünmüyor ama, harçlığını cebine sıkıştırıyor, babasına soruyor, o da onaylayınca çıkıyor evden. denilen her şeyi yapıyor, stadın orada iniyor otobüsten. bir sürü grup var, tezarühat yapıyorlar; çocuğun gözleri faltaşı gibi açılıyor, heyecan dorukta. 3-5 kişiye nereden bilet alabileceğini soruyor, kimse kesin bir şey söyleyemiyor. 2 saat kadar stadın dört tarafını turluyor, en sonunda kendi yaşlarında bir çocuk geliyor, "yeni açık var, ister misin?" diyor. cebindeki paraya bakıyor çocuk, neredeyse tamamına yakınını veriyor elemana ve alıyor bileti. kalan sadece gelişte verdiği otobüs parası kadar dönüşe ayırdığı para.
binbir zahmetle tribüne giriyor, gördüğü her şeye şaşırıyor; 3.ligde oynayan memleket takımının maçlarına girmek ne kadar kolaydı, hem de bu bilet fiyatının 5'te birine. sonra etrafındakileri takip ederek merdivenlerden çıkıyor, ışığı görüyor... işte asy. ne kadar büyük diyor çocuk. ne kadar güzel. tribünler dolu, takım iki senedir şampiyon zaten. ama o gün rakip, 2 gol atıyor ve yeniliyor galatasaray. her yenilgide olduğu gibi kahroluyor, ağlamaklı çıkıyor stadtan.
çıkış izdiham, ne tarafa gideceğini bilemiyor. sonra anımsıyor, amcası dönüş kısmını anlatmamıştı! cep telefonu yaygın değil o günlerde, yok çocukta da. iki katlı bir otobüsü görünce seviniyor, ferahlıyor; ama otobüs geçip gidiyor yanından, içerisi mahşer günü gibi. girilebilecek hiç bir hacim yok. soğuk terler akıyor çocuktan, ne yapacağını bilemiyor. derken boşalıyor stad çevresi biraz, o ise dolanıyor hala bilinçsizce. karnı acıkıyor, susuyor; ama parasını dönüşe saklamış. en umutsuz anda bir tane eski peugeot minibüs dura kalka geliyor çocuğun yanına. "göztepe, bostancı" diye bağırıyor bir adam. heyecanla atlıyor minibüse çocuk. "ne kadar abi?" diyor. adamın söylediği para, gelişte verdiğinden fazla; belediye otobüsünden daha özel bir hizmet çünkü. "abi bende bu kadar var" diyor çocuk, "tamam, ama ayakta gidersin bütün yolu" diyor adam. seviniyor ve bütün parasını sayıyor kendisine yönelen o koca avuca. lunaparkı görünce iniyor minibüsten, eve koşuyor. meraklı ailesi telaş içinde, çünkü maç biteli 2 saatten fazla olmuş. hiçbir şey söylemiyor onlara, "çok güzeldi, çok rahattı" diyerek odasına geçiyor. valizlerden birisinden 8 numaralı formasını çıkarıp sarılıp uyuyor zihnindeki büyüyle.