ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
21 şubat 1982'de, general leopoldo galtieri, arjantin milli takımı'nın dünya kupası kadrosunu buenos aires yakınlarındaki antrenman sahalarında ziyaret ediyordu. orada, televizyon kameralarının önünde, diğer oyuncular arasından diego maradona'yı seçip kucaklamıştı. xx. yüzyılın ilk yarısından, futbolun ülkenin en sevilen sporlarından biri haline gelmeye başladığı günlerden beri, birbiri ardına gelen pek çok başkan kendi popülerliğini tehlikeye atarak, futbolu görmezlikten gelmişti. ama galtien, arjantin'in futboldaki başarısının sembolünün kendi yanında olduğunu göstermeye özel bir önem veriyordu.
1981'in sonlarında kansız bir darbeyle başa geçmesinden kısa bir süre sonra, galtieri gizlice arjantin'in askeri tarihinin en gözü pek politik projelerinden birini planlamaya başlamıştı: las malvinas'taki güçlerini kullanarak, arjantin'in 150 yıldır kendisine ait olduğunu iddia ettiği, ingilizler'in egemenliğindeki falkland adaları'nı ele geçirmek. askeri rejim, bu hamlenin ulusu birleştireceğine ve darbeden bu yana ilk kez gerçek anlamda ortaya çıkmaya başlayan politik muhalefeti etkisizleştireceğine inanıyordu. cuntaya karşı çıkanlardan biri de arjantin milli takımı'nın teknik direktörü cesar menotti'ydi. 1978 dünya kupası'nı kazanma başarısını gösterdiğinden bu yana bir anlamda dokunulmazlık kazanmış olan menotti, rejimin ekonomik ve toplumsal alanlardaki başarısızlıklarını eleştirirken kendini pek tehlikeye atmış sayılmazdı.
maradona ise, rejime göre, kontrol edilebilecek bir yıldızdı. yaptığı röportajlarda, politik anlamda biraz saf bir görüşe sahipmiş ya da bu konularla hiç ilgilenmiyormuş gibi görünüyordu. bir ay kadar önce, kendi hayatı ve genel anlamda futbol hakkında epeyce konuşmuş, ama "ya politika?" sorusu geldiğinde, yanıtı şöyle olmuştu: "bilmiyorum, kimi seçeceğimi bilemiyorum... tek isteğim, ülkemin dünyanın en iyisi olması."
falkland savaşı sırasında, arjantin hükümeti futbolla politika, arasındaki yakın ilişkiyi yeniden kullanacaktı. ağır bir sansür altında olan arjantin televizyonu, cuntanın adaları işgalini desteleyen milliyetçi sloganları, kazanılan 1978 dünya kupası'nın görüntüleri ile birlikte kurgulayarak veriyordu. aynı yöntem futbol stadyumlarında da kullanılıyordu, stadyumlar yine daha önce plaza de mayo'da ingilizler'e karşı yapılan gösterilerde halkın desteğini kazanmak için kullanılmış olan kiralık holiganlarla dolup taşıyordu. 1978 dünya kupası'nın finalinde arjantin, hollanda'yla oynarken, en sevilen tezahürat "zıplamayan hollandalı'dır"dı. galtieri yönetime geldikten sonraysa, bu tezahürat "zıplamayan ingiliz'dir" haline gelmişti. savaşın başlarında arjantin'in sovyetler birliği ile yaptığı maçta da river plate stadyumu bu tezahüratla yankılanıyordu. arjantin gizli servisleri tarafından hazırlatılan ve onların sağladığı kaynaklarla bastırılan birçok broşürden birinin kahramanı da, futbol forması giymiş ve resimde kraliyeti simgeleyen bir ingiliz aslanın, önünde eğildiği gaucho bebeğiydi,.bu bebeğin maradona'nın çocukluk halini andırmadığı da söylenemezdi.
falkland adaları'nın işgali sırasındaki çatışmalarda alınan kötü sonuçlardan sonra, arjantinli gazetecilerden savaşın gerçeklerini çarpıtmaları ve askerleri birer futbolcu gibi göstermeleri istenmişti. bunun en unutulmaz örneklerinden biri, adalardan askerlerin kontrolündeki televizyon kanallarından birine haber geçen nicolas kasanzev'in 1 mayıs'ta -yani ingilizlerin arjantin askerlerini ilk kez bombaladığı gün- verdiği haberdi. adalarda uzun süredir devam eden gerginliğin açıkça ortaya çıktığı ilk çatışma olması ve pek çok cana mal olması bakımından, bu olayın ülke içinde büyük yankı bulacağı kesindi. oysa kasanzew, ingiliz uçaklarının gelişini ve arjantin uçaksavarlarının onlara açtığı ateşi, sanki ortada kevin keegan'la gelişen bir orta saha akını ve bu akının maradona'nın başında olduğu arjantinli futbolcular tarafından yine aynı hızla kesilişinden başka bir durum yokmuş gibi anlatıyordu. arjantin'deki askeri cunta için futbol, tıpkı 1978'de olduğu gibi, politik planlarının bir parçasını oluşturuyordu; yalnız bu kez arjantin hem savaşı hem de şampiyonluğu kaybedince, kendi kalelerine bir gol atmış olacaklardı.
savaş gerçekten başladığı zaman, cunta, arjantin milli takımı'ndaki oyuncuların, askerlerine duydukları saygının gereği olarak dünya kupasından çekilebileceklerim açıklamalarını sağlamıştı. rejim, bunun uygulanması mümkün olmayan, boş bir tehdit olduğunun farkındaydı; joao havelange'nin başkanlığını yaptığı fifa, düzenlediği şampiyonaları politikadan uzak tutmak için büyük çaba harcıyordu. bir süre sonra, arjantinli askerler port stanley'in çevresindeki tepelerde açlıktan kıvranırken ya da bombalarla parçalanırken, maradona, barcelona'yla kendisini beş kez dolar milyoneri yapan, üstüne de aylık 70.000 dolarlık ödemeler alacağı bir sözleşme yapıyordu. maradona'nın alacağı bu paraya halk arasında 'maradollar' deniyordu. transfer tarihindeki en büyük rakamlardan biri olan bu miktar, uluslararası futbolun ticarileşmesinde dönen rakamlar açısından yepyeni bir ölçü getiriyordu. aynı zamanda maradona'nın yurtdışına transfer olup olmayacağı konusunda sürüp giden tartışma da sona ermiş oluyordu. nunez'in de doğru bir şekilde hesaplamış olduğu gibi, artık hiçbir arjantin kulübünün maradona'yı tutmaya parasının yetmediği ve rejimin pek çok alanda olduğu gibi, futbolda da kontrolü elinden kaçırmakta olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. menotti'ye gelince, maradona'nın milli takımda oynamaya devam edeceği konusunda istediği garantiyi almış ve bir gün barcelona'nın teknik direktörü olmayı hayal etmeye başlamıştı.