ilk basımı 2000 olan ahmet çakır'ın "o bir imparator" kitabından;
ekim sonundaki milan maçı gelip çattığında ali sami yen'de pek farklı bir ortam yoktu. tribünlerde 17.824 biletli seyirci vardı. yer yer boşluklar, gözleri tırmalıyordu.
galatasaray'ın son iki yılda yaşamaya başladığı ilginç bir sorun cia buydu. daha önceki dönemlerde, takım kötü giderken bile tribünleri tıklım tıklım dolduran 25-30 bin kişilik kalabalıklar artık hayaldi. gerçi oturma düzeni nedeniyle stadın kapasitesi 22 bin dolayına düşmüştü ama galatasaray bu kadar seyirciyi bile bulamıyordu.
oysa sarı kırmızılı takımın öteki takımlardan çok daha iyi oynadığını herkes kabul ediyordu. rakip takımların teknik direktörleri bile, "ligde bir galatasaray var, birde öteki 17takım, "değerlendirmasini yapıyorlardı. bu kadar iyi oynayan ve taraftarını mutlu eden cim bom, nedense onları tribüne çekemiyordu.
özellikle deplasmandaki hertha zaferinden sonra tribünlerin boş kalması, anlaşılabilecek ve kabullenilebilecek bir durum değildi ama gerçekti.
galatasaray maça gol yiyerek başladı ve bir şeylerin hâlâ değişmediği yolundaki umutsuzluk yine kendini gösterdi.
ancak capone'rin beraberlik golü bu havayı biraz değiştirdi. ardından ikinci yarının başında yine olmayacak bir savunma hatasıyla galatasaray 2-1 yenik duruma düşmüştü.
bunca çalışma ve uyarılara karşın sürekli olarak yenilen akıl almaz goller, imparator'un hayatından epeyce uzun sürelerin eksilmesine yol açar gibiydi. bu üzüntünün daha görünür kurbanı, başındaki saçlardı. daha milli takım döneminde iyi kötü varlığını sürdüren saç düzeni, galatasaray döneminde epeyce dağılıp gitmişti. şimdilerde özel tarama yöntemleriyle boşlukların doldurulması konusuna daha çok zaman ayırmak zorunda kalıyordu.
ikinci yarının başında yenilen golden sonra galatasaray rakibinin üstünlüğünü kabul etmiş gibiydi. açıkçası, bunun yadırganacak bir tarafı da yoktu. sarı kırmızılı takımın bu sezon yaptığı toplam transferler birkaç milyon dolarla sınırlı kalırken, karşısındaki milan sadece schevchenko için 36 milyon dolar harcayabiliyordu. arada bu kadar büyük farklar varken başabaş mücadele edebilmek de bu kadar oluyordu.
karşılaşmanın son 5 dakikasına gelinmiş, tribünler yer yer boşalmaya başlamıştı. sol kanatta ceza alanı yakınında tugayla ergüriün sürükledikleri atakta top son olarak ergün'ün ayağından penaltı noktasına doğru kavislendi. birdenbire orada bitiveren hakan şüküfün şimşek gibi kafa vuruşunda kaleci abbiati topu ancak ağlarda görecekti...
olay sadece galatasaray'ın milan'a beraberlik golünü atması değildi. bir anda pek çok şey değişiyordu. milan, galip durumdayken şampiyonlar ligi'nde ikinci tura çıkmayı garantilemiş oluyordu. şimdi 2-2 beraberlik durumunda grup üçüncülüğüne düşecek ve uefa kupası'na gidecekti.
ancak maçın bitmesine birkaç dakika daha vardı ve her şey olabilirdi. yine de milan'ın bu sürede bir gol bulup maçı kazanmaktan pek umudu yoktu. çünkü galatasaray fırtına gibi esiyordu. hakan'ın golü cim bom/u ateşlemiş, sarı kırmızılı'lar bütün kaybettiklerini kazanabilmek için son dakikalarda ölesiye oynamaya başlamışlardı.
88. dakikada sağ taraftan gelen ortada hakan şükür topu kafayla ağlara gönderebilecek durumdayken, iki rakip savunma oyuncusu tarafından indirilmişti. belki iki saniye bile sürmeyen zaman diliminin imparator'un hayatındaki en uzun sürelerden biri olduğunu söyleyebilmek mümkündü. çünkü buna benzer pozisyonlardaki çok açık penaltılarımızın verilmediği, görülmemiş bir durum değildi. hatta biraz sık rastlanan bir olgu bile sayılırdı.
ancak bu kez öyle olmadı. ispanyol hakem lopez nieto düdüğünü çalıp penaltı noktasını gösterdi. aman allah'ım! inanılır gibi değildi... çoktan bitip tükenmiş olan umutlar, şimdi doruklardaydı... ancak önce penaltının gole çevrilmesi gerekiyordu ve bu da kolay iş değildi...
hakan hem darbe almıştı, hem de ölesiye yorgundu. başka kimse de penaltıyı atmak istemiyordu. topun başına ümit geldi açıkçası, en uygun seçim de oydu. çünkü hem biraz önce müthiş frikiğini kaleci abbiati zorlukla çıkarabilmiş, hem de penaltıyı yaratan ortayı o yapmıştı...
ümit, o penaltının takımına türk futbol tarihinin en büyük başarısının kapısını açabileceğini elbette ki o anda düşünüyor olamazdı. ancak bu penaltıyı gole çevirip takımının uefa kupası'nda avrupa serüvenini sürdürebileceğini biliyordu. onu da bir yana bırakın, bugüne kadar herhangi bir türk takımı milan'ı da yenmiş değildi ki...
neresinden bakarsanız bakın, basit bir penaltı kullanmak, ümit davala'nın genç omuzlarına tarihi sorumluluk yüklemişti...
o dakikalarda peter handke'riın kalecinin penaltı anındaki endişesi adlı kitabını anımsayan kaç kişi vardı bilmiyorum ama şunu düşünmek daha önemliydi: penaltıyı atacak futbolcunun, o andaki sancısı...
gerçekten de bunu ancak her iki pozisyonda da oynayanlar çok daha iyi bilirler, penaltı vuruşları sırasında vuruşu yapan futbolcu için kale inanılmaz derecede küçük görünür. daha birkaç dakika öncenin 7 metreden daha büyük olduğu bilinen iki direk arası, bir anda kalecinin tamamen doldurabildiği daracık bir yer oluvermiştir! kimi zaman 30-40 metreden topu ağlara gönde-rebilme becerisine sahip olduklarını gösteren hagi gibi futbol ustaları bile aynı sıkıntıyı yaşarlar ve penaltıyı nasıl atmaları gerektiğine bir türlü karar veremezler. bu kararsızlık da penaltının kaçmasına yol açan temel etkenlerden biridir.
biraz da bu nedenle, bazı takımlarda en "kazma" tabir edilen ve topa sert vurmaktan başka becerisi olmayan futbolcular kullanır penaltıları. çünkü çok büyük usta olarak bilinen futbolcu, son andaki kararsızlığı yüzünden kalecinin doğru yönü görmesiyle topu rahatlıkla kurtarabileceği vuruşu yaparken, kazmalar topa bütün gücüyle vurur ve sonrasını düşünmez. çoğu kez top ağlardadır.
tribünlerin büyük bir bölümü ve galatasaray yedek kulübesindeki teknik adamlarla futbolcuların bazıları sahaya bakamıyorlardı. hatta sahada oynayan futbolcuların bir bölümü de rakip kaleye sırtlarını dönmüş ve büyük bir sıkıntı içinde bekliyorlardı.
ali sami yen'de olağanüstü bir şeyler olacaktı...
oldu da...
topun başına gelen ümit, rahat ve güvenli bir vuruşla abbiati'yi yendi, topu ağlara gönderdi...
önce statta, sonra da bütün memlekette küçük çapta bir kıyamet koptu...
evet, 5 dakika içinde inanılmaz şeyler olmuştu. maçın 85. dakikasında şampiyonlar ligi'nde yoluna devam edecek gibi görünen milan, 86. dakikada yediği golle uefa kupası'nda devam etmeye razı olmuş, 88. dakikada ise evine dönmüştü!
milan gibi avrupa kupaları'nı en çok kazanan dev takımlardan biri, galatasaray önünde büyük bir hüsrana uğruyordu.
sarı kırmızılı takım ise son iki maçında elde ettiği 6 puanla toplam puanını 7'ye çıkarıp grup üçüncüsü oluyor ve uefa kupası'nda yoluna devam olanağı buluyordu.
ertesi gün sadece türk medyası değil, avrupa basını da cim bom'u göklere çıkarıyordu. hertha'dan sonra milan'ı da deviren galatasaray, avrupa'da yıllardır olumsuz anlamda kullanılan "türklerin sağı solu belli olmaz!" sözünü bir kez daha ve çok ciddi biçimde gündeme getirmişti.
italyan basını da milan'la düpedüz alay ediyordu. berlusconi'nin on milyonlarca dolar harcayarak oluşturduğu, süper yıldızlarla dolu takım, mütevazı galatasaray'a boyun eğmişti. inanılır gibi değildi ama böyleydi...