1987 yılının bir kış günü galatasaray ve fenerbahçe ali sami yen stadında karşı karşıya geleceklerdi. hafta başında yener isimli bir arkadaşımla maça gitmeye karar verdik ve maç günü geldiğinde, sabahın köründe kalkıp yönümüzü önce topkapı’ya çevirdik ve topkapı’dan, mecidiyeköy’e giden belediye otobüslerinden birisine binerek, mecidiyeköy’de inip, ali sami yen stadına doğru yürümeye başladık. maç günlerinin o çok cümbüşlü hali bütün bir mecidiyeköy’e sirayet etmişti. takımların ürünlerini satan satıcılar bütün kaldırımları işgal etmiş, istanbul’un dört bir yanından gelen taraftarlar, mecidiyeköy sokaklarını bir karnaval havasına sokmuştu. takım ürünü almaktan mümkün mertebe uzak duran ben, o çok cümbüşlü pozitif ortamın etkisi ile bir fenerbahçe kaşkolü almıştım. aynı şekilde bizim yener’de bir fenerbahçe kaşkolu aldı ve kaşkollarımızı boynumuza dolayarak stad gişelerinden birisinin ardında birikmiş olan kuyruğa takıldık. yaklaşık bir saat kadar o kuyrukta beklemiştik ve en nihayetinde biletimizi alarak stada girmiştik. o sabahın köründe stad, ağır ağır dolmaya başlamıştı ve o zamanlarda, şimdiki gibi istanbul içerisinde deplasman mantığı işlemiyordu. tribünler, takım taraftarları arasında yarı yarıya paylaşılıyordu. 1986-1987 sezonunda fenerbahçe lige çokda iyi başlamamıştı. ligin başında ortaya koymuş olduğu performansla lige zaten havlu atmıştı ama nedense buna rağmen fenerbahçeli olan bizler, lige havlu atmış olan takımımızın maçını stadda izlemek için o kış gününün sabahında düşmüştük stadyumun yollarına. hafta içerisinde yapılan yorumlardan çıkardığımız oyduki, galatasaray, fenerbahçe’yi son derece rahat bir şekilde yenecekti ve hatta ve hatta farklı bir sor elde etmesi içten bile değildi. aslında bizdede bu yönde bir beklenti vardı. galatasaray’ın öyle veya böyle bu maçı rahat bir şekilde alacağına inanıyorduk. sabah erkenden girmiş olduğumuz stadyumda maç saatini beklemeye başladık ve maç saat 14.00’da başlayacaktı. sanırım stada girdiğimizde saat 10.00 civarıydı ve o saatten itibaren tam dört saat gibi bir zaman maç saatinin yolunu gözledik. pek tabiki stadyumlarda dört saat gibi bir zaman çok fazla uzun bir zaman değildi o yıllarda. şimdilerde nasıldır bilemiyorum ama en son sanırım stadda maç izleyeli olmuştur bir onsekiz yıl. o yıllarda beni stada erken gitmeye zorlayan şeylerden birisi hem maça girememek endişesiydi, hem de en çok sevdiğim şeylerden birisi, stadda taraftarların birbirlerine nispet yaparcasına atışmalarıydı. nitekim o uzun saatler olarak düşünmüş olduğumuz saatler bir çırpıda geçer ve bir bakmışızki takımlar sahaya çıkmışlar ve maça başlamışlar. ve o dört saat göz açıp kapayana kadar geçmişti. tribünleri eşit bir şekilde paylaşmış olan taraftarlar, maç saatine kadar birbirlerine nispetler yapmışlar, birbirlerini kızdırmışlar ve pek tabiki bol miktarda küfür yollamışlardı birbirlerine.
1987 yılının 22 şubatında oynanan bu maç öncesinde yanılmıyorsam sabah gazetesinden talay erker hafta içerisinde takımların analizini yapmış ve bu analizler sonrasında bir tek talay erker bu maçı fenerbahçe’nin kazanacağını ileri sürmüştü. yapmış olduğu analizleri temellendiriyordu talay erker ve o dönemde yapmış olduğu bu analizlerin hemen hemen tümü tutuyordu. nitekim maç öncesinde bu analizi manşetten veren sabah gazetesi alehinde galatasaray tribünleri protesto eylemi yapmış ve sabah gazetesi’nin temsilcilerine “sabah dışarı” diyerek tempo tutmuşlardı. bu temponun sonu bir türlü gelmiyordu. şayet takımlar birbirlerine nispet yapmayı bırakmışlarsa ve birbirlerini kızdırmıyorlarsa, galasaray tribünleri sabah gazetesi aleyhine protestolarını sürdürmeye devam ediyordu.
saat 13.45 olduğunda takımlar sahaya çıkmış ve takım kadroları stad hoporlöründen okunuyordu.
bu maçta sahaya çıkan kadroyu halen hatırlamaktayım. kalede lukovcan vardı ve fenerbahçe’nin geri dörtlüsünde o yıllarda ismail kartal, küçük hasan, abdülkerim ve sedat oynuyordu. nedense bu geri dörtlü içerisinde oynayan sedat’ın oynadığı futbola hiç sempatiyle bakamamıştım. adeta bir saatli bombaydı sedat. ayağına top gelse herkesi bir tedirginlik basardı. ne doğru düğün pas verebilirdi sedat, nede doğru düzgün bir şekilde topu ayağında tutabilirdi. halen düşünürümde, fenerbahçe neden yıllarca sedat’a geri dörtlünün solunda görev verdi. yetene olarak, vasat altı bile değildi sedat. o yıllarda fenerbahçe defansında en çok dikkat çeken isim abdülkerim’di. abdülkerim iyi bir futbolcu olmasına karşın, son derece hırçın bir kişilikti. zayıf ve çelimsiz bir futbolcuolan abdülkerim, o yıllarda sanırım türkiye'nin en iyi liberolarından birisi seçilmişti. hemen yanı başındaki partneri hasan ise son derece ağır bir futbolcuydu. o yılların klasik stoperi görüntüsünde olan hasan, top tekniği açısında zayıf olmakla beraber, hava hakimiyetinde bir hayli üstünlüğü vardı. ama öyle aman aman göze batar bir futbolu yoktu hasan’ın da. yine o yıllarda fenerbahçe’nin sağ bekine demir atmış olan ve şimdilerde aykut kocaman’ın yardımcılığını yapan ismail kartal vardı. ismail, namı diğer arap, fenerbahçeli taraftarların her zaman en sevdiği futbolculardan oldu. arap ismail’i bende severdim. en azından mevkiisindeki performansına güvenirdim. o maçta fenerbahçe orta sahasında her zamanki gibi müjdat görev yapıyordu. sanırım fenerbahçe’nin unutumaz ender isimlerinden birisidir müjdat. hani oynamış olduğu futbolu beğenmiyor olsamda müjdat’ın, canla başla mücadele edişine hayran olurdum. sanırım, o canla başla mücadelesinden dolayı ve idmanlardaki disiplininden dolayı hiçbir teknik direktörün vaz geçemediği bir isim olurdu müjdat. çok da yaratıcı olan bir futbolcu değildi ama müjdat’ta her zaman fenerbahçe taraftarının sevdiği bir futbolcu oldu. yine o maçın kadrosunda olan ve uzun yıllar fenerbahçe orta sahasını kendisine ipotekleyen önder vardı. müjdat’tan farklı yana bir futbolu yoktu. her ikiside benzer özellikler taşıyan futbolculardı ve önder’de fenerbahçeli taraftarların sevdiği bir futbolcuydu. o yıllarda fenerbahçe’yi yorumlayan bütün spor yazarlarının ortak kanaati müjdat ve önder’in olmadığı bir fenerbahçe orta sahasının tuzsuz yemek gibi bir şey olduğuydu. oysa nedense ben hiçbir zaman bu iki futbolcunun orta sahay ciddi bir renk verdiğine inanmadım. her ikiside yaratıcılıktan uzak, sadece körü körüne mücadele eden futbolculardı. yorumcuların bu iki futbolcuya hayli güveniyor olmalarınıda çok tuhaf buluyordum doğrusu. yine o maçın kadrosunda, orta sahada görev yapacak olanlardan birisi osman denizci’ydi. osman 1980’li yılların başındaki fenerbahçe kadrosunun en has futbolcusuydu. kendisini çok beğenirdim. hem top tekniği oldukça iydi, hem de tam bir orta saha futbolcusuydu. ne varki bir dönem fenerbahçe’den ayrılmıştı ve tekrar fenerbahçe’ye döndüğünde o 1980’li yılların başındaki osman gitmiş, yerine koşmayan, mücadele etmeyen bir isim gelmişti. fenerbahçe’nin o yıllarda orta sahasında görev yapan pesiç vardı. pesiç yugoslav bir futbolcuydu ve malumunuz o yıllar yugoslavların ne kadar çerden çöpten futbolcusu varsa türkiye’yi mesken tutmuşlardı. hatta bu durum öyle bir hal almıştıki, kemal sunal filmlerine bile konu olmuştu. ne varki pesiç, o çerden çöpten dediğimiz yugoslav futbolcular içerisinde en iyisi olanlardandı ve fenerbahçe taraftarınında bir hayli sevdiği ve beğendiği bir futbolcuydu. uzun yıllar fenerbahçe’de oynamıştı pesiç ve kendisini ülke futbolumuza kabul ettirmişti. fenerbahçe’nin orta sahasında görev yapan bir diğer isim olan ahmet ise çok da beğendiğim futbolculardan değildi. fenerbahçe’nin o yıllardaki yıldızları hiç şüphesizki şenol çorlu ve kayhan kaynak’tı. yanlış hatırlamıyorsam kayhan bir kapl krizi sonrasında genç yaşta yaşama veda etmişti.
doğrusunu isterseniz bu maç ile ilgili olarak tutmuş olduğum takım olan fenerbahçe’den pekde öyle ümitli değildim. zira galatasaray’da pekde öyle yabana atılacak futbolcu yoktu. bir zamanlar fenerbahçe’de oynamış olan arif kocabıyık (çingene arif), galatasaray orta sahasının en önemli ismiydi. maçı ciddiye aldığı zamanlarda son derece etkili olan bir futbolcuydu arif. ama dediğim gibi maçı ciddiye alırsa, yoksa sahada sadece gezen bir yanı vardı arif’in. ayrıca o yıllarda galatasaray’ın en etkili futbolcularından biriside cevat prekazi’ydi. sol ayağı bir hayli mükemmel olan prekazi’nin serbest vuruşlarla skora nasılda etki eden bir yanının olduğunu sonraki yıllarda oynanan monaco maçlarında fazlası ile görmüştük. yine o yıllarda galatasaray defasının sağında ve solunda görev yapan ismail ve semih’te başarılı oldukları bir dönemi yaşıyorlardı. galatasaray defansının göbeğinde erhan ve yusuf oynuyordu ve bu dörtlü aynı zamanda milli takımında defans bloğunu oluşturuyordu. pek tabiki böyle bir galatasaray karşısında fenerbahçe öyle aman aman bir şansa sahip değildi.
maç saat 14.00’da başladı ve galatasaray bariz bir şekilde fenerbahçe’ye üstünlüğünü kabul ettirdi. aslında biz izleyenler öyle düşünüyorduk ama fenerbahçe’nin başındaki kurt hoca stankoviç, maçı almayı kafaya koymuş ve ona göre bir taktik strateji uygulamaya sokmuştu. fenerbahçe defansa gömülmüştü ve tümü ile topu galatasaray’a bırakmıştı. gelen topu sadece galatasaray yarı sahasına gönderiyor ve öyle aman aman bir atak geliştiremiyordu fenerbahçe. oysa galatasaray’ın bitmek tükenmek bilmeyen atakları vardı ama galatasaray bir türlü gol atmaya muvaffak olamıyordu. nitekim maçın ilk yarısının son anları yaklaştığında fenerbahçe sol kanattan bir serbest vuruş kazandı. serbest vuruş tamda bizim bulunduğumuz tribünün önündeydi ve atışı pesiç kullanıyordu. pesiç oldukça güzel bir orta yaptı ve kayhan nefis bir kafa vuruşu ile galatasaray’ı yıkan golü attı. tabiki fenerbahçeli taraftarların hiç de beklemediği bir durumdu ve bütün galatasaray tribünleri sus pus olmuştu. ikinci yarıda galatasaray yine atak üzerine atak yapıyor ama doğru düzgün gol pozisyonu bulamıyordu. doksan dakika sonunda fenerbahçe top oynamadığı maçı zorda olsa kazandı.
maç sonrasında stadtan çıkıp, taksim’ doğru yürümeye başladık yener’le. maçın kritiğini yaparken, maçı fenerbahçe’nin kazanmasının tümü ile sürpriz olduğu kanısına ulaştık. ama o maç sürprizle kazanılmamıştı aslında. ciddi bir taktik strateji ile kazanılmıştı. elindeki gücü doğru kullanmıştı fenerbahçe teknik direktörü ve hem psikoljik olarak, hem de teknik açıdan alehinde oaln bir durumu lehine çevirmesini bilmişti. taksim’e doğru ağır aksak bir şekilde yener’le yürürken, galatasaraylı bir grup taraftar önümüzü kesip boyun bağlarımızı almıştı ama en nihayetinde dayak yemekten kurtulmuştu. sesimizi çıkarmadan yolumuza devam ettik ve taksim’de bir yerlerde oturup, çay içtkten sonra evimizin yolunu tuttuk.
bu maçı hiçbir zaman unutamadım. zira fenerbahçe’nin bu maçı kazanmasına bir hayli sevinmiştim ama o sezon fenerbahçe kötü bir sezon geçirmiş ve ligde istediği derece olan şampiyonluktan çok uzak bir noktaya düşmüştü.