gazetelerde bâzan bir köşeye sıkışmış, ufacık haberler görürsünüz: «falanca köyde düğün evi çöktü, misafirler yaralandı...» gibilerden..
işte dün böylesine bir düğün evi, üç, beş misafirin değl, onbinlerin üstüne çöktü. günlerdir kutlamağa hazırlandığımız, hattâ kutlamağa başladığımız bir bayram, alkış sesleri yerine feryat nidâları, sevinen yüzler yerine ağlayan gözlerle doldu. kursağımızda kaldı sevincimiz...
dünyanın pek çok ülkesinde bunca spor olayı izlemiş, ama böylesine bir fâcia görmemiştik. ve o sinir krizleri içinde, önümüzdeki mikrofona maçı anlatmakla görevliydik. biz «top can'da» derken, spiker kulesinin camına yapışan nice yaşlı gözlü baba, ana, kardaş, amca, dayı, «oğlum da açık tribündeydi, yeğenim de oradaydı, ölen var mı, bu ne felâket!» sözleriyle adetâ yalvarıyordu. spiker kulesinden stad dışına açılan pencerenin altı ise, stadın önünde birikmiş, hattâ evinden entariyle, elbiseyle koşmuş yukardan inen yağmura aldırmayan endişeli yüzlerce insanla doluydu.
maç mı? itiraf edelim: dünya kupası için deneme hüviyetinde oynadığımız, hem de «milli» hüviyetini taşıyan müsabakadan aklımızda pek az şey kaldı. kalecilerin kucağına, ya da taç çizgisi, avut hattı ötesine düşen toplar değil, sadece ve sadece tribünlerden topak topak düşen sporseverler var hep gözlerimizin önünde... yazık oldu...