müessif hâdiseler sebebiyle heyecanını kaybeden millî maçta
bulgaristanla yenişemedik: 0-0
takımımız ilk devrede daha gayretli idi. metin'li ve can'lı forvet bütün gayretine rağmen rakip defansı aşmaya muvaffak olamadı
kahraman bapçum
tribünlerdeki dram ve daha öteleri bir tarafa bırakılsın, o ayrı bir konudur. üzerinde ayrı ayrı durup olayları, nedenlerini ve sorumluları didik didik didikleriz...
ama sahadaki oyun kanlı trajedinin etkisinden kurtulamadı gibi geliyor bize... ne birinci ordu mensuplarının sahada görünmesiyle başlayan «güvenlik nefesi», ne de 50 bin kişinin istiklâl marşı, havadaki boğuk ve kasvetti dumanı dağıtabildi.
bir milli maç heyecanı yoktu, hiçbirimizde:bizde ve futbolcularda... bunun psikolojik sebepleri meydanda idi. ve tabii soyunma odasında ısınıp, masajını yaptırıp hazırlanmışken, yarım saat bekleyen sporcunun adalesindeki «rahatsız» durumu da unutmamayız.
her şeye rağmen maç
maç yarım saat rötarla başlarken çiselemeğe başlayan yağmur, sahayı ve topu öylesine kaygan hâle getirmişti ki, top kontrolü imkânsız sayılacak kadar güçleşmişti. bununla beraber bizimkilerin orta sahada kısa ve temiz paslarla kurmağa çabaladıkları oyun başarısız sayılmazdı. daima geri koşan, mücadeleye girmeyen can her aldığı topu küçük, kısa, yerden paslarla aktarıyor, sanlı iyi ve çalışkan bir insayt olarak göze batıyor, ziya civa gibi adam halinde ele avuca sığmadan sıyrılıp kaçıyordu.
ilk tehlikeyi biz atlattık: şerefin kafa ile kestiği bir top penav'in önüne düştü ve onun güzel şutu üst köseyi sıyırarak avuta çıktı. bundan bir iki dakika sonra metin'in attığı bir frikik de aynı farkla bulgar kalesinden geçti gitti.
metinin ilk şutu
22 nci dakikada ismail'in ayağıkayınca topa hâkim olan diev ortasını yaptı, bu defa da debarski'nin volesi can'ınki gibi avuta gitti. 25 inci dakikada frikik atan can topu metine kaldırıyor ve metin çok uzaklardan hiç beklenmez bir anda şutunu - ilk şutunu - atıyordu. avut. aradan bir dakika geçmeden sola kayarak kaçan asparuhov'un sert ve güzel şutunu varol yatarak bloke ediyordu.
oyun hareketli, fakat heyecansızdı. ciddi bir antrenman maçı havası vardı.
30 uncu dakikada ismail’i âdeta savurup kaçan diev’i ismail pire gibi yetişip bastırınca ilk akla gelen şey bizimkilerin bu hıza dayanamayacakları korkusu idi tabii... ama devrenin son on dakikasında metin'in, sanlı’nın, yılmazîn yaptıkları dalışlar mükemmeldi. hele 35 inci dakikada şerefin ceza sahası dışında kestiği bir topu hiç durdurmadan çivi gibi kaleye yollaması ve kalecinin blokajı vardı ki...
ikinci yarı
ilk devrede daima ortalara kaçmış olan can sağiçe yerleştiriliyor ve ortaların başarılı adamı ziya solaçığa gönderiliyordu. oyun da değişiklik yoktu. 55 inci dakikada soldan gelişen bir bulgar akınında kalemizin önü karmakarışık oldu. varol yerlerde üst üste hamleler yapıyor, topu kesiyor fakat bloke edemiyordu. son anda top uzun bir vuruşla açıldı ve varol yediği bir tekmeyle kıvrana kıvrana kaldı yerde. varol sedye ile giderken nihat kaleye geçti. çok defa oyunu durduruyor, soğutuyor gibi görünen can aradan yıldırım gibi sıyrılıp sağa sola aktardığı toplarla mükemmel bir iç oyuncusu olduğunu göstermek fırsatını bulmuştu. geride şükrü gittikçe büyüyor, talât'ın aksamağa başladığı sıralarda defansı tutan adam oluyordu.
maçın bitmesine 10 dakika kala sanlı da sakatlanıyor ve günün sembolü olmuş olan sedye yeniden geliyordu. aydın oyuna girdi.
on dakika geçecek ve maç golsüz bitecekti.
sahadaki oyun bundan ibaretti. nice yıllar maç sonunda stad kapılarında sevdikleri sporcuları yakından görmek için toplanan meraklıların izdihamım görmüştük. bugün ise kapılarda maça gitmiş yavrularını sağlam bulabilmek için gözyaşlarıyla dua eden anaları seyrediyorduk.