ali osman renklibay ile geçmiş güzel günlerden, onun futbolculuğuna olan hayranlığımızdan, ankaragücü’nde oynadığı yıllardan, o dönemdeki futbol, futbolcular ve futbol anlayışından, ankaragücü’ne ve türk futboluna teknik direktör olarak verdiği hizmetlerden söz ettik. daha çok bizim sorduğumuz kısa sorularla gelişen sohbette ali osman hoca, ankaragücü’nde futbol oynarken yaşadıklarını ve takım arkadaşları ile ilgili güzel anılarını anlattı; biz de keyifle dinledik. takım arkadaşları arasında kimler yoktu ki: kaleciler aydın tohumcu ile baskın soysal, erman toroğlu, mehmet aktan (konyalı mehmet), coşkun süer, selçuk yalçıntaş, melih atacan, müjdat yalman, adnan sezgin, zafer göncüler, behzat çınar ve metin yılmaz, nam-ı diğer tatar metin...
bu futbolculardan özellikle de erman, selçuk ve tatar metin söz konusu olunca, bundan tam kırk yıl önce oynanan ve yalnızca son dakikalarını radyodan dinlemiş olmama karşın bende derin izler bırakan bir maçı anımsadım: 15 mart 1973 günü istanbul’da mithatpaşa (inönü) stadı’nda fenerbahçe ile ankaragücü arasında oynanan türkiye kupası yarı final maçı... ali osman hoca henüz ankaragücü’ne transfer olmamıştı, adanaspor’da oynuyordu. ben de polatlı’da lise öğrencisiydim. yedi sekiz arkadaş bu maçın son dakikalarını teneffüste küçücük bir pilli el radyosundan dinlemiştik. arkadaşımız radyoyu açtığında maçın 1-1 berabere devam ettiğini öğrenmiştik. ankaragücü, durmadan yağan yağmurla iyice ağırlaşan sahada üç futbolcusu oyundan atıldığı için sekiz kişiyle mücadele ederken, köksal mesçi’nin 88. dakikada kendi yarı sahasında kaptığı topu 70 metre kadar sürdükten sonra fenerbahçe ceza sahasına girdiğine ve kaleci datcu’yu da çalımlayarak takımını 2-1 galip ilan eden golü attığına spikerin çığlık çığlığa anlatımıyla tanık olmuştuk. ankaragücü’nün bu başarısı, o zamanlar birçok ankaralı genç futbolseverin ankaragücü’ne sempati duymasını ve taraftarı olmasını, benim de zaten peşinde olduğum amatör polatlıspor ile birlikte zaman içinde gençlerbirliği’ni de işin içine katarak ankara futbolunun peşine düşmemi sağladı. diğer arkadaşlarımı bilmiyorum ama ben, 1970’li yıllarda lisede başlayan taraftarlık maceramda, ankara futbolunun tarihî ve güzide temsilcileri ve lokomotifleri olan ankaragücü ile gençlerbirliği’nde ifadesini bulan ankara futbolunun yanı sıra diğer tarihî ve güzide amatör ve profesyonel takımların oluşturduğu öteki futbolun peşinde sürüklenmeye devam ediyorum.
işte gerek lakabı ve gerekse sahadaki mücadelesinden dolayı 1970’li yıllarda hayran olduğumuz tatar metin de ankaragücü’nün 15 mart 1973 günü fenerbahçe’yi istanbul’da 8 kişiyle 2-1 yendiği maçta erman ve selçuk ile birlikte oyundan atılarak ankaragücü’nün sekiz kişi kalmasına neden olan üç futbolcudan biriydi. futbolu bıraktıktan sonra alkol bağımlısı olmuş, maddi zorluklar yaşamış ve yoksulluk içinde vefat etmişti.
tatar metin’i size nasıl anlatabilirim? yazılı kaynaklara baktığımda, onun 1973 yılındaki fenerbahçe maçında oyundan atılan ankaragüçlü üç futbolcudan biri olduğundan başka hiçbir bilgi bulamadım. ama buna hayıflanırken güzel bir şey oldu ve ziya adnan’ın 2005 yılında yazdığı çünkü biz ankaragüçlüyüz adlı kitabı imdada yetişti. kitabın 248 ve 249’uncu sayfalarında ziya adnan’ın spor yazarı güray soysal ile yaptığı söyleşiye yer verilmiş. söyleşide tatar metin’in de adı geçiyor. güray soysal’ın anlattığına göre, tatar metin 1970’li yıllardaki ankaragücü takımının orta sahasında selçuk ve köksal’ın arasında sol ayağını mükemmel kullanan bir futbolcudur. metin, futbolu bıraktıktan sonra kaybolur gider. yıllar sonra güray soysal, arkadaşlarıyla sakarya caddesi’ndeki bir lokantada yemek yerken masaya birisi gelir ve sırtına dokunarak, “çiçek alır mısınız?” diye sorar. güray soysal teşekkür eder ama kendisine, “siz bilirsiniz,” diyen kişiye bakınca onun tatar metin olduğunu görür. bu arada garsonlar gelip onu götürmeye çalışırlar. ama güray soysal, metin’i bırakmaz ve masaya, yanına oturtur. metin, paltosunun cebinden bir defter çıkartarak, “bak, benim için ne yazmışsın!” der. metin’in çok iyi oynadığı bir maçtan sonra güray soysal’ın milli takım hocalarına tavsiyede bulunduğu bir yazıdır bu. ikisi de ağlamaya başlarlar. fakat metin, aradan geçen zaman içinde alkol bağımlısı olmuştur. garsonlar ikide bir gelip onu çıkarmaya yeltenirler ama güray soysal engel olur onlara. metin, defterinin arasından kurumuş bir gül çıkarıp verir ve “hatıra olarak sakla,” der. güray soysal ona para vermek istese de bunu kendine yediremez önce. ama vermese de olmaz. sonunda cebinde ne kadar para varsa metin’in cebine koyar. “bana müsaade, sizi rahatsız ettim,” diyerek kalkıp giden metin bu olaydan bir hafta sonra vefat eder. metin gibi çok büyük bir futbolcunun tek ve son aşkının ankaragücü olduğunu söyleyen güray soysal, onun çok temiz kalpli ve deli dolu bir insan olduğunu, zamanında beşiktaş, galatasaray ve başka takımlardan gelen transfer tekliflerini, “ben ankaragüçlüyüm,” diyerek elinin tersiyle ittiğini, ancak futboldan kazandığı paraları düşünmeden harcadığını ve elde ettiği imkânları kaybettiğini vurgulayarak sözlerini tamamlar.
takım arkadaşı tatar metin’den söz açıldığında hüzünlendi ali osman hoca. onunla 2000 yılında yaşadığı bir anıyı anlattı:
– yanlış anımsamıyorsam 2000-2001 sezonuydu. 2. lig’de mücadele eden istanbul büyükşehir belediyespor’un teknik direktörüydüm. mersin idmanyurdu deplasmanına gitmiştik. takımlar sahaya çıkıp ısınmaya başladılar. biz de saha kenarında futbolcuları izliyorduk. birden tribünden birinin, “culyano! hey culyano!” diye bağırdığını duydum. bağıran, futbol oynadığım dönemlerdeki ankaragüçlü takım arkadaşlarımdan biri olmalıydı. çünkü yalnızca onlar bana “culyano” derlerdi. bizim arkadaşlar beni o zamanlarda çok yaygın olan “spagetti western” filmlerinin ünlü italyan aktörü giuliano gemma’ya benzettikleri için “culyano” lakabını takmışlardı. tribüne döndüm, merakla sesin geldiği tarafa baktım. stad çok kalabalık olduğu için bana bağıran kişiyi bir türlü göremiyordum. ben tribünde sesin sahibini ararken, o yine seslendi: “culyano! hey culyano! benim ben! burdayım culyano, burda! yukarıya bak!” o kadar bağrış çağrıştan sonra sonunda gördüm onu: tatar metin’di. tribünün en üstüne çıkmış, oradan gülerek bana el sallıyordu. ben de onu görünce el salladım ve aşağıya çağırdım. tel örgünün üstünden tokalaşıp sohbet ettik. eski günlerden konuştuk. olduğundan daha yaşlı gösteriyordu. “maçtan sonra buluşalım,” dedim. “tamam culyano. otobüse gelirim, görüşürüz,” dedi. ama maç bittikten sonra otobüsümüze binerken dışarıda göremedim onu. otele de gelmedi. bu, onu son görüşümdü. sonraki zamanlarda metin’in vefat ettiğini öğrendim. maçtan sonra görüşmüş olsaydık onun için bir şeyler yapabilir miydim bilmiyorum ama yine de ona yardımcı olamadığım için çok üzüldüm.
– tatar metin’in yoksulluk içinde vefat ettiğini öğrenince çok üzüldük hocam. ülkenin üst düzey takımlarından birinde forma giyen bir futbolcunun nasıl bu hale geldiğini anlamak mümkün değil.
– genç, güçlü ve paralı olduğu dönemde geleceği düşünmeden hesapsız ve düzensiz yaşamasına alkol bağımlılığı da eklenince sonuç ne yazık ki böyle oldu. yoksa futbolculuğuna diyecek bir şey yoktu. zamanının iyi futbolcularındandı. ama futboldan kazandığı paraları gereği gibi değerlendiremedi.