neticesi parlak, fakat oyun itibariyle yine de bir değer taşımayan bir galibiyet aldı milli takımımız tunus karşısında... peşinen söyleyeyim ki polonya maçındaki gibi dökülmedik. hele ilk devrede can'ın da iltihakı ile ahenkli bir şekil gösteren hücum haltımız bizi ümitlendirmişti. fakat ikinci yarıda can’ın durması ile tamamen söndü ve dağıldı.
can'dan hepimiz pek çok şey beklemiştik. o ise beklenenin yüzde on gorsoniyesini verebildi. gerçi misafir sanatçı, artistik bir kaç güzel hareket ve birkaç avrupai numara gösterdi, ama yine de o bir kurtarıcı değil, eski fenerbahçeli can’dı...
şüphesiz ki can'ın bu yabancı kalışında, uzun senelerin ayrılığının mühim rolü vardı... bunun dışında bizce daha önemli olan husus, can'ın yapmak istediğini bâzı takım arkadaşlarının anlayamamış olmasıydı... meselâ tarık, meselâ aydın... can'ın uzattığı her topta yanlış yerlere kaçıyorlardı. genç futbolcu sanlı’yı galatasaray beşiktaş maçından bu yana formda ve gayretli gördüğümüzü kaydederken. metin’i de eskisinden çok farklı bulduğumuzu söylemek isteriz. her hareketinden klâs ve ustalık akıyordu metin’in... hele attığı ikinci gol şapka çıkartılarak selâmlanacak kadar şâhâne idi. aslında tunus a attığımız dört gol de birbirinden güzeldi.
fakat müdafaamız: başta necmi olmak üzere dökülmüştü... doğan için, «maçın sonuna doğru toparlandı»; «ismail fena değildi, ali ihsan büyük futbolcu olmak kompleksi içinde, talât yok denecek kadar pasif ve şeref için bütün gedik veren yerleri dolduran bir elemandı» demek yerinde olacaktır.
ya tunus dediğimiz... bırakalım, dünya kupasındaki rakiplerimizi, avrupa’da ismi yeni yeni geçmeye başlayan rakiplerimiz onlar... farklı mağlûbiyetlerine rağmen orta sahada topa hâkim ve kollektif futbol bakımından zaman zaman bizden üstün gözüktüler. evet, netice itibariyle parlak sayılabilecek bir galibiyet aldık. fakat bu bizi rehavete götürecek bir başarı değil, bilâkis bir tehlike çanı olarak kabul edilmelidir.